:: YAZI

Eklenme: 10.04.2007 07:08 


*66 yıllık ömürde; 69 eser, 2550 makale, araştırma, röportaj, haber, yazı dizisi, basılmaya hazır 26 eser, Yurt içi ve yurt dışında 5 ödül, 17 yıl çeşitli kademelerde idarecilik, 13 başarı belgesi/takdirname, radyo/televizyonlarda 2750 program, eserleri yüz binler üzerinde basan bir yazar, on binlerce arşiv, kitap, kupür sahibi ve 20 binin üzerinde ilk özel kütüphaneyi açan bir eğitimci olarak öğünmek için değil, torunlarımıza, gelecek nesle bir iz bırakmak gayesiyle kabir kapısında uzatmaları oynayan bir kişi olarak şunu merak eder, imanımdan ve millî kinimden bir şey kaybetmediğimi söylemek isterim.
*İmanla, canla/kanla, irfanla kazanılan mübarek topraklar üzerinde; asrın belası "..izim" ler ile şer güçlere rağbet nereden geliyor? Tarihine ve mazisine küfreden bir nesli kim yetiştirdi? Hainlere kahraman, kahramanlara hain demek nasıl olur? Bizim aydınlarımız, gram beyinleriyle neden bu kadar toz/dumanı severler? Moskof'a, Rus'a, Bulgar'a, Yunan'a, emperyalist güçlere karşı olmak neden alay konusudur? Ermeni kıyımından bahseden yazarımıza şiddet eşkıyası "Nobel Ödülü" veriliyorsa, örtünün bilmem nereden geldiğini saçmalayan seksenlik bir cadalozun kitapları binleri satıyor, kitap fuarlarında millet kuyruğa girebiliyorsa, dine ve millî değerlere saldıran, söven, küfredenler rağbette ise, irtica üreten tacirler köşeyi dönebiliyorsa, gerçekler çöp kutularına atılıyorsa, eksiklik nereden? Biz neden böyle olduk? 24 milyon kilometrekare topraklara giden, 11 milyon kilometre kareye hükmeden bir devlet, Devlet-i Aliye, Saltanat-ı Osmaniye ne kadar geriledi, neden bugünlere geldi, son kaleyi de parçalamak isterler, halimiz nice ola?..
*Videotek tarafından hazırlanan, iki DVD. den oluşan, Ak Parti İstanbul İl Başkanlığı tarafından ücretsiz olarak dağıtılan SARIGELİN isimli çok bölümlü bir araştırma var. Yüzyılın kan davası, suikastlarla kazanılan kimlik, katliama çıkarılan vize, sessiz tanıt sayısız arşiv vesikaları ve yaşayan tanıklar ve laf-ı güzaf dostluk terâneleri gibi bölümleri bulunan belgesel, önemli bir çalışma... Gönül ister ki bu belgeselin Türkiye'de bütün okullarda, yeni nesle gösterilmesi ve Ermeni Mezâliminin ibret sahnelerinin gösterilmesi bir vatani görev olmalıdır. Vatan evlatlarının diri diri taş mağazalarda yakıldığı Bayburt ve Gümüşhane civarında ki Ermeni Mezalimine yer verilmeyişinin de önemli bir eksiklik olduğunu hatırlatır, iktidarımıza, özellikle Başbakanımıza millet adına bu teklifimi arz ederim.
*Kültür değerlerimiz arasında önemli bir yeri bulunan SARIGELİN hikâyesi ile türküsü nü bilmeyen çok az sayıda insan vardır sanırım. Erzurum/Yavuz Selim İlköğretmen Okulunda, yıllarca koroda görev yaptık, bu türküyü seslendirdik, Erzurum radyolarında ve özel gösterilerde zaman zaman söyledik.
Erzurum çarşı Pazar
Neylim aman aman Sarıgelin.
(Leylim aman diyenler vardır)
İçinde bir kız gezer.
Neylim aman aman Sarıgelin.
Elinde divit kalem,
(Nakarat)
Dertlere derman yazar.
(Katlime ferman yazar diyenler vardır.)
Hop ninen ölsün Sarıgelin aman, suna yârim.

Palandöken yüce dağ,
(Nakarat.)
Altı mor sümbüllü bağ,
(Nakarat.)
Seni vermem ellere.
(yadlara diyenler vardır)
Nice ki bu canım sağ.
(Nakarat.)
*Türk insanı Sarıgelin'i dillere destan etmiş, anısına bebekler bile yapılmıştır.
*Ermeni varyantları bulunan türkü, bizim malımızdır, efsane Kıpçak Türklerine kadar uzanır. (İslam ülkelerindeki Haçlılar ile Rafızilerin temizlenmesi ve Moğolları Suriye'den uzaklaştırmada Kıpçakların büyük hizmetleri olmuş, Müslüman olmuşlardır.) Macaristan ve Mısır'da Kıpçak Lehçesiyle kitaplar yazılmış, Balkan ve Karadeniz kıyılarında Kıpçak'ça yer adları mevcuttur.) Türküde adı geçen gelin; Çoruh ve Kür Irmakları boyunda yaşayan Hıristiyan Türk Kıpçak Beyi'nin kızıdır. Kıpçakların diğer bir adı da "Kuman" dır, sarışın anlamına gelir. Erzurum, Bayburt ve Kars yörelerinde çeşitli varyantlarda anlatılan efsanelerin/hikâyelerin hiç birinde Ermeni izine rastlanılmamıştır. Ermeni asıllı Ahilkelekli Kenziya, 19. yüzyılda çok güçlü olan âşık edebiyatımızın etkisinde kalarak bu türküyü söylemiş olabilir.
*Posoflu halk şairi Yusuf Zülâli, defterlerinin birinde Kenziya'dan bahseder. 1892 yılında, Batum'da karşılaşmışlar, Kenziya şunları söylemiştir:
Bir anadan bir babadan gelmişiz,
Biz buna iman etmişiz Zülâli.
Eğer böyle ise niçin olmuşuz,
Biz size, siz bize düşman Zülâli?.
Ayrı bir şiirinde:
Cami, kiliseyi birleştirelim,
Bu halkı oraya yerleştirelim,
Allah Allah diye dilleştirelim,
Birdir, iki değil Sübhan Zülâli.
*(Parantez içinde şu gerçeği dile getirmek zorundayım: Bu şiirler, akl-ı evvel ile bazı cüce beyinlerin işine gelebilir, yanlış yorum yapabilirler. Diyalogcularla hümanist medeniyet tacirlerinin işine gelebilir. Kilise ile cami birleşmez. Semavi din olan Hıristiyanlık yok ve hükümsüz olduğuna göre, son din İslam, son kitap Kur'an ve son peygamber Hazreti Muhammed olduğuna göre, hepsi sakat, sapık ve yanlıştır. Cami olan yerde kilisenin işi yoktur. Kelime-i Tevhide gelenler kurtulur, diğerleri Cehenneme gider. Sübhan'ı bilenler, O'nun peygamberini de bilmedikleri sürece, ehl-i dinden olamazlar.)
*Azerbaycanlılar da, bu türkünün Azerî türküsü olduğunu iddia ederler. Ermenicede sarı ve gelin kelimelerinin olmadığını söylerler. Erzurum ve yörelerinde bu türkünün bir dadaş türküsü olduğu, Erzurumlu bir gencin, kurtuluş savaşı yıllarında ermeni bir kıza âşık olduğunu, bir başka Erzurumlu tarafından bu türkünün bir filmde Ermenilere meze yapıldığı, üç yüzyıldan beri söylenen bu türkünün güftesinin çarptırıldığı öfkelerde yerini almıştır. Değerli tarihçi M. Fahreddin Kırzıoğlu'nun çeşitli konferans ve eserlerinde de: Ahıska, Ardahan, Artvin ve Ardanuç dolaylarında Kıpçakların yerleştiği, bugün Kür ve Çoruh ırmakları boyu ile Çıldır Gölü çevresinde yaşayan halkın Kıpçakların torunları oldukları ifade edilmektedir.
*Kars ve Erzurum çevresinde anlatılan "Şeyh San'an ile Kralın Sarı Kızı" hikâyesi, Sarıgelin'in hikâyesi olarak günümüze kadar gelmiştir. Abdulkadir Geylani'nin arkadaşı olan Şeyh San'an, bir bedduaya uğrayarak, yolu Penek'e(Erzurum, Şenkaya ilçesine bağlı bir köy) düşerek, padişahın domuzlarına çobanlık yapmaya başlamış. Bu şekilde çile doldurduğuna inanan şeyh, padişahın güzeller güzeli sarı kızına âşık olmuş. Yapılan dualar üzerine, yıllar sonra padişahın kızı da San'a âşık olmuş ve yedi yıl sonra, Allahuekber dağlarından bir tef sesi gelmeye başlamış.Tefi çalan, Geylani'nin gönderdiği kırk müridan imiş.Şeyhle birlikte sarı kız koşarak, dağda bulunan kırk müride yaklaşmış. Bu olay Mısır'da bulunan Abdülkadir Geylani'ye âyan olmuş. Oradan attığı teber Şeyhe ulaşmış, kâfir ordusuyla savaşmaya başlamış. Kırk müritte cenge girmiş. Neticede kırk mürit şehit düşmüş. Dağın tepesine yetişen şeyh ile sevgilisi sarı kız da şehit olmuşlar. Günümüzde, bunların yattığı yere "Kırk Şehitler Mezarlığı" deniyor, halen ziyaretgâh olarak kullanılıyor. Fahreddin Kırzıoğlu hocamızın eserlerinde detaylı bir şekilde anlatılan bu hikâyede yer alan ziyaretgâha giden ağzı eğilenlerin düz olarak geri döndükleri ifade edilmektedir.(BAKINIZ: Kars Tarihi, M. Fahreddin Kırzıoğlu)
*Gürcü tarih kaynaklarında Bana olarak geçen Penek, kalesi olan bir taht şehriydi. Dede Korkud hikâyelerinde "Ban Hisarı" denilen yerin burası olduğu Kırzıoğlu'nun eserinde yer alır. Merkezi Ahıska olan, Çıldır eyaletine bağlı bir sancak. ( Hüseyin Köycü, Ali Rza Önder tarafından bu efsane/hikâye Şenkaya gazetesinde tefrika edilmiş, kitap haline getirilmiştir.-Köycü-1950-51, Önder-1955: 73-76 )
*Çeşitli varyantlarda anlatılan bu efsane/hikâyede, Ermeni motifi yoktur. "Efsanelerde toplumun şuuraltı hazinelerinin anahtarları saklıdır. Efsaneler, tarih değildir, onlardan bilimsel sonuçlar çıkarılamaz. Efsaneler hayallerde doğar, gönüllerde beslenir, dudaklarda ve kalemlerde yaşar, zamanla yeni unsurlar alır ve büyür." Diyen folklor araştırmacıları vardır.
*1918 yılında bir heyetle birlikte Kuzeydoğu illerimizi gezen tarihçi Ahmet Refik Bey; Sarıgelin türküsünü, Göle'nin Okçu köyünde tespit etmiş, kürdi nağmelerle okunduğunu, ezgilerin daha hüzünlü olduğunu, bir Türk delikanlısının köyünde yaşayan Hıristiyan bir kızı sevdiği anlatılır.
Vardım kilsesine (kilise) baktım haçına,
Mâil oldum bölük bölük saçına,
Kız seni götürem İslam içine,
Vay Sinan ölsün Sarıgelin,
Ah seni vermem dünya malına.

Vardım kilsesine kandiller yanar,
Kıranta keşişler pervane döner,
Tersa sevmiş deyin el beni kınar.
(Nakarat.)
*Sarıgelin Türküsünün, Türklerden meydana gelen Kars/Erivan'da o tarihlerde başka bir varyantı, yine Kırzıoğlu'nun eserinde şöyle yer alır:
İrevan çarşı pazar,
İçinde bir kız gezer.
Elinde divit kalem,
Dertliye derman yazar.
Sarı gelin, sarıkız,
Ettin ömrüm yarı kız.
(Sarıkız, Sarıgelin,
Dünyanın varı gelin.)
*Gazimihal'in "Yurt Oyunları Kataloğu" isimli eserinde, Sarıgelin'i görmek mümkündür.
Saçın uzun hörmezler,(örmezler)
Gülü gonçe dermezler, (gonce)
Bu sevda ne sevdadır,
Seni mene vermezler.
Neynim aman Sarıgelin.
Azerbaycan'da söylenen Sarıgelin Türküsünün ilk kıtasıdır.
(Bakınız: Namazeliyev-1993: 62 ) Daha detaylı bilgi almak için, araştırmacı Yunus Zeyrek tarafından hazırlanan "SARI GELİN TÜRKÜSÜ VE EFSANESİ" isimli esere bakabilirsiniz.)
*KARAGÖZ İLE HACI İVAD isimli Velîlerimizi doğru ve iyi anlatamadığımız, hatta iğrenç film ve dizilerle tahrip ettiğimiz için, Yunanlılar sahip çıktı.
*Padişahları süt havuzlarına inci, altın atar, harem/selamlık odalarda zina yapar olarak ders kitaplarında anlattık, Batı ve batılın Yahudi dönmelerini, homoseksüel sanatçılarını ve mason şövalyelerini dahi ve kahraman olarak gösterdik.
*Çağ açan, çağ kapayan, adaleti öteler ötesine götüren, dünyaya hükmeden tarih yaptık, gemileri karadan yürüttük, yedi düveli Çanakkale'de denize gömdük, İstiklal Savaşı Destanı kazandık, doğru tarihi hâlâ yazamadık..
*Türk çalgısı Iklığı'ya (kemençe) sahip çıkamadığımız için Rumlar kendilerine mal etti. Kahvemize ve bohçamıza bile sahip çıkamadık. Gelenek/Görenek, Adet/Anane ve törelerimize alaylı/kalaylı saldırdık, küfrettik, başkaları bizden daha terbiyeli, edepli oldu. Folklor değerlerimiz, oyunlarımızı kılıktan kılığa soktuk, "Anadolu Rüzgârı"nda oyun figürlerimizin, kıyafetlerimizin anasını belledik. Kılıç/Kalkan oyunlarında erkeklerimizi şamar oğlanlara benzettik.Hangi birini anlatayım, hangisini yazayım ki?..Türkülerimize yapılan belden aşağı ilavelerle şehvet pazarı haline getirdik. Osmanlı Yiğidi Köroğlu Hikayesinde yer alan bir erkeğe iki hatun fazlamı ki: "Biri kahve yapa, biri tütün sara" yı, "Biri meze hazırlaya, biri rakı suna" yapmak cüret ve küstahlığıyla saz tellerinde değerlerinmizi inim inim inlettik. Avrupalı olabilmek için Millî Oyunlarımıza "Halk Dansları" adını verdik.Frenk mukallidi ne varsa moda diye aldık, asaletimizi kaybettik, onurumuzu yitirdik. Kendimize düşman olduk, düşmanları sevindirdik..Tarihi olayları yalan yazdık, tarih utandı biz utanmadık..
*Hey koca Türk!.. Hey koca millet!.. Hey Müslümanlar!. Ne oluyoruz?..Bilen varsa gelsin beri..

  Yorum gönder
 
Diğer yazılar

* ASRIMIZIN BÜYÜK HASTALIĞI ÇIPLAKLIK...
* HASTALAR RİSALESİ HASTALIKLA BARIŞMAYA VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİR
* BİR DAMLA VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
* ŞİKÂYET VE KARAMSARLIK SONSUZU...
* ŞİKAYET!..
* AK PARTİ NEREYE GİDİYOR?...
* ANARŞİ VE TERÖRDEN KURTULMAMIZ “HUCURAT SURESİ” İLKELERİNDE YER ALIYOR
* ERMENİ CEMAATİ VE KÜRT BİLİNEN ERMENİLER
* İBRETLİK BİR HİKÂYE
* ERMENİ CEMAATİ VE KÜRT BİLİNEN ERMENİLER


Tüm Yazılar

 
© 2006 - 2024 İlhan YARDIMCI
Tasarım & Yazılım Sinan Eldem