BÜYÜTÜLEN/KULLANILAN/ŞİŞİRİLEN NAZIM HİKMET RAN BORJECKİ
Eklenme: 07.06.2020 10:40
GÜL DİKENİ
NAZIM HİKMET RAN BORJECKİ
Soyadı Ran olan bir, Nazım Hikmet vardı ya.
Kendini Rusta bulan, Stalini sardı ya.
Yaban ellerde solan, güleriz şimdi ya.
İhanet ile dolan, satılmış bimar dı ya.
ŞİŞİRDİLER ADAMI, RUSYA’DADIR MEZARI,
YAZAR/ŞAİR CÜDAMI, İBRET İLE NAZARI.
KEMÂLİ
BÜYÜTÜLEN/KULLANILAN/ŞİŞİRİLEN NAZIM HİKMET RAN BORJECKİ
Şişirilen, cüceliği yanında büyütülen, istismar edilen, menfaat âleti olarak kullanılan, Sol ve Komünist ideoloji tarafından gündemde tutulmaya çalışılan sözüm ona Şair Nazım Hikmet’i RAN BORJECKİ soyadıyla kimse bilmez.
Üstelik bir de bu yıl Nazım Hikmet Yılı” olarak ince ayar yapmazlar mı?...Daha şimdiden malum ve mahut çevre ve zihniye, internette yağlamaya, süfli ideolojiyi haşlamaya başladılar bile…
“Stalin'in ölümünden 5 gün sonra 10 Mart 1953'te Sovyet Yazarlar Birliği'nin aylık yayın organı 'Literaturnaya Gazeta'da (Edebiyat Gazetesi) yayımlanan ve Türkçe özgün metnine ulaşılamayan şiir ilk kez Türkçe yayımlandı.
“Aydınlık'ın haberine göre, orjinal adı 'Vspominayu…' olan şiir 1953'te Stalin'in ölümü üzerine yazılmış şiirlerden derlenen 'Stalin v Serdtse' (Kalpteki Stalin) başlıklı kitapta ve daha sonra yine Rusça olarak 1953 baskısı 'Seçme Eserleri'nde de yer alıyor.” Notu da sizi şaşırtmasın…
Önce bu adamın hayatını internet sitesinden aldığım, artı ve eksileriyle iki yazı ile öğrenelim.
1-“Nâzım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963), Türk şair ve yazar. "Romantik komünist"[5] ve "romantik devrimci"[6] olarak tanımlanır. Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.
Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır.[7] Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.[8][9]
Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden 11 ayrı davadan yargılanan Nazım Hikmet, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı.[9] 1951 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı; ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu işlem iptal edildi.[9] Mezarı Moskova'da bulunmaktadır.”
Metindeki tezat ve tenakuzları açıkça görmek lazım. Turşu ile perhiz yan yana verilmiş, RAN soyadının kimler tarafından verildiği es geçilmiştir. Kendi bir yazısında: “Benim soyadım RAN, ters okursanız NAR, ikiye bölerseniz kızıl çıkar..” diyecek kadar Hâin ve beş paralık bir zavallıdır. Çünkü vatanına ve ideolojisine ihanet edenler, ne olursa olsun, ağzıyla kuş tutsun, dünyaları elinize versin “HÂİN” dir, zalimdir…
Acı bir gerçek olarak bu adamı ve şiirlerini bizim sözüm ona Milliyetçi, Mukaddesatçı, Muhafazakâr çok kişi de kullanmakta, dernek ve etkinliklerde şiirleri gündeme getirilmektedir.
2-Nazım Hikmet Ran
Orhan Selim, Adsız Yazıcı, Ahmet Cevat, Ahmet Oğuz Saruhan, Ben, Bendeniz,Ercüment Er, Fıkracı, İbrahim Sabri, İhsan Koza, İmzasız Adam, Kartal, H. İhsan, Mazhar Lütfi, Mümtaz Osman, Osman Cemal, Sarı Murat, Süleyman Sabur Ran
(d. 20 Kasım 1901 / ö. 3 Haziran 1963)Yazar, Şair, Subay.(Yeni Edebiyat / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
Asıl adı Mehmet Nâzım Ran olan şair, ressam Celile Hanım ile hariciye memurlarından Hikmet Nâzım Bey’in oğlu olarak Selanik'te dünyaya geldi. Ran soyadını ise ileriki yıllarda Hatice Piraye Hanım ile birlikte aldı fakat 1950 yılında Türkiye'den ayrılıp Rusya'ya gidince anne tarafından büyük dedesi Mustafa Celalettin Paşa'nın bir zamanlar kullandığı Borjecki soyadını kullandı. Yaklaşık bir yıl Fransızca öğretim yapan bir okulda okudu; ilköğrenimini Göztepe’deki Numune Mektebi’nde (Taş Mektep) tamamladıktan sonra Galatasaray Sultanisi’ne yazıldı, ancak ertesi yıl ailesinin para sıkıntısına düşmesi nedeniyle Nişantaşı Sultanisi’ne verildi. 1917’de girdiği Bahriye Mektebi’ni 1919’da bitirdi ve Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer güverte subayı olarak atandı. Ancak zatülcenpe yakalanması dolayısıyla sağlık kurulu kararıyla askerlikten çıkarıldı (1920). Bu arada 1914’ten başlayarak, bir Mevlevi ve şair olan büyük babası Nâzım Paşa’nın etkisiyle şiirler yazmaya başladı. İlk şiiri “Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı” 3 Ekim 1918’de Yeni Mecmua’da çıktı. Orhan Selim, Adsız Yazıcı, Ahmet Cevat, Ahmet Oğuz Saruhan, Ben, Bendeniz, Ercüment Er, Fıkracı, İbrahim Sabri, İhsan Koza, İmzasız Adam, Kartal, H. İhsan, Mazhar Lütfi, Mümtaz Osman, Osman Cemal, Sarı Murat ve Süleyman Sabur Ran imzalarını da kullandı.
1920’de Kitap, Alemdar ve Ümit gibi süreli yayınlarda Mütareke İstanbul’unun karamsar ortamında direniş duygularını yansıtan şiirler yayımladı. Ocak 1921’de arkadaşı Vâlâ Nurettin’le birlikte Millî Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. İsteğine karşın cepheye gönderilmeyerek Vâlâ Nurettin’le birlikte öğretmen olarak Bolu’da görevlendirildi. Bolu’daki tutucu ortam ve Sovyet devrimine duyduğu ilgi onu Sovyetler Birliği’ne yöneltti. Eylül 1921’de yine Vâlâ Nurettin’le birlikte Batum üzerinden Moskova’ya gitti, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) yazıldı. Rus fütüristleri ve konstrüktivistlerinden etkilendi; serbest şiiri ve basamaklı dizeleri denediği ilk şiirlerini bu yıllarda yazdı; bazılarını İstanbul’da çıkan Aydınlık dergisinde yayımladı. Bu arada ilk eşi Nüzhet Hanım’la kısa süren bir evlilik yaptı. 1924 Ekim'inde gizlice Türkiye’ye girdi, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın yayın organları Orak-Çekiç gazetesi ile Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. 1 Ocak 1925’te Dr. Şefik Hüsnü’nün Beşiktaş’taki evinde toplanan Türkiye Komünist Partisi (TKP) 2. Kongresi’ne katıldı, TKP Merkez Komitesi üyeliğine seçildi.
Komünistlerin tutuklanmaya başlamaları üzerine Haziran 1925’te yeniden Moskova’ya gitti. Ankara İstiklal Mahkemesi’nce yokluğunda 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1926’da diş hekimi Yelena Yurçenko ile ikinci evliliğini yaptı. 1928’de Bakû’da ilk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü'nü yayımladı. Cumhuriyet’in beşinci yılı dolayısıyla çıkarılan aftan yararlanmak amacıyla Temmuz 1928’de yine gizlice Türkiye’ye girdi; Hopa, İstanbul ve Ankara’da 23 Aralık 1928’e kadar tutuklu kaldı. İstanbul’da Vâlâ Nurettin’in aracılığıyla, Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. Mayıs 1929’da yayımlanan 835 Satır adlı şiir kitabı edebiyat çevrelerinde geniş yankı uyandırdı. Resimli Ay’ın Haziran ve Temmuz 1929 sayılarında “Putları Yıkıyoruz” başlığı altında imzasız olarak yayımladığı Abdülhak Hâmit ve Mehmet Emin’i hedef alan iki yazısı ile siyasi sonuçlar da doğuran bir eski-yeni kavgası başlattı. Bir yandan birbiri ardına şiir kitaplarını yayımlarken, bir yandan da 1930’dan başlayarak değişik takma adlarla Hür Adam, Halk Dostu, Yeni Gün, Akşam, Tan’da fıkra yazarlığı yaptı. Sinema ile ilgilendi, kendi adı ve Mümtaz Osman adıyla Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Cici Berber”, “Fena Yol”, “Karım Beni Aldatırsa”, “Naşit Dolandırıcı”, “Söz Bir Allah Bir”, “Aysel Bataklı Damın Kızı”, “Leblebici Horhor Ağa”, “Milyon Avcıları” filmlerinin senaryolarını yazdı. “Düğün Gecesi” (1933) ve “Güneşe Doğru” (1937) filmlerini ise yazdı ve yönetti.
1932’de Kafatası, ardından Bir Ölü Evi, Unutulan Adam adlı oyunları Şehir Tiyatrosu’nda sahnelendi. Ocak 1935’te bir süredir birlikte olduğu Piraye Altınoğlu ile evlendi. (İkinci eşi Dr. Yelena Yurçenko, Odessa’da vize beklerken 1929’da salgın bir hastalığa yakalanarak ölmüştü.) Pratik politikadan uzak durmak, kavgasını bir devrimci şair olarak sürdürmek eğilimine karşın Nâzım Hikmet kovuşturma ve yargılamalardan kurtulamadı. Mayıs 1929’daki TKP tutuklamalarında ona dokunulmadı. Ancak TKP içinde Hamdi Şamilof, Vanlı Kâzım, Mustafa Börklüce’yle birlikte ayrıca oluşturdukları İcra Komitesi’nin sekreterliğini üstlenmek zorunda kaldı. Şubat 1932’de İstanbul’da toplanan TKP kongresi Nâzım Hikmet'i Komintern kararlarını eleştirme özgürlüğü isteyen grup içinde yer aldığı gerekçesiyle partiden ihraç etti. Ardından Mart 1935’te yurt dışındaki başkan Şefik Hüsnü, Komintern’e Stalin karşıtı çalışmaları nedeniyle Nâzım Hikmet’in partiden çıkarıldığını bildiren bir rapor gönderdi. Komintern bülteninde yayımlanan bu haber Türkiye’de Orak Çekiç'in 1 Haziran 1936 tarihli sayısında açıklandı. Bu arada 1929’da “Sesini Kaybeden Şehir” adlı şiiri ve 1931’de ilk beş kitabında yer alan şiirleri nedeniyle açılan davalar aklanmaya sonuçlandı. 1933’te Gece Gelen Telgraf adlı kitabı dolayısıyla “halkı rejim aleyhine kışkırtmak” suçlamasıyla hakkında dava açılırken 22 Mart 1933’te gizli örgüt kurmak ve duvarlara bildiriler yapıştırarak komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla tutuklandı ve yargılanmak üzere Bursa’ya gönderildi. Ancak Cumhuriyet’in onuncu yılı dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla birinci dava düştü, ikinci davada ise 4 yıl hapse mahkûm olan Nâzım Hikmet, bu cezanın 3 yılı af yasası kapsamına girdiğinden, kalan cezasını ise fazlasıyla çekmiş olduğundan Ağustos 1934’te tahliye edildi.
Aralık 1936’da aralarında Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın da bulunduğu 13 kişiyle birlikte tutuklanarak komünistlik suçlamasıyla yargılandı, Şubat 1937 ortalarına kadar tutuklu kaldığı bu dava da beraatle sonuçlandı. 17 Ocak 1938’de yeniden tutuklanan Nâzım Hikmet bu kez, orduyu ayaklanmaya teşvik ettiği iddiasıyla Ankara’da Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılandı ve 15 sene hapse mahkûm edildi. Bunu İstanbul’da “donanmayı ayaklanmaya teşvik” suçundan 20 yıla mahkûm olması izledi; iki ceza birleştirilerek toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edildi. Ankara ve Çankırı cezaevlerinde kaldıktan sonra Aralık 1940’ta Bursa Cezaevi’ne nakledildi. 1950 Temmuz'una kadar süren cezaevi yılları boyunca şiir ve oyun yazmayı sürdürdü. Geçimini sağlamak için çeviriler yaptı, senaryolar yazdı. Nâzım Hikmet’in dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın ısrarı üzerine haksız yere mahkûm edildiği yolunda söylentiler yaygınlaştıysa da bunun kararı değiştirmede bir etkisi olmadı. 1949’da Vatan gazetesi başyazarı A. E. Yalman’ın ve hukukçu M. A. Sebük’ün yazılarıyla Nâzım Hikmet’in suçsuzluğu konusu gündeme geldi. M. A. Sebük 11 Kasım 1949’dan 2 Şubat 1950’ye kadar yazdığı 10 yazıyla şairin suçsuzluğunu belgelerle ortaya koydu ve Ocak 1950’de özel af isteğiyle TBMM’ye başvurdu. Öte yandan Uluslararası Barışseverler Komitesi gibi birçok yabancı kuruluş hükûmete başvurarak şairin serbest bırakılmasını istedi. Türkiye’de de aydınlar Nâzım Hikmet’in bağışlanması için geniş bir kampanya başlattılar. Resmî makamların başvurular karşısında hareketsiz kalmaları üzerine Nâzım Hikmet 8 Nisan 1950’de açlık grevine başladı ve aynı gün İstanbul’a nakledildi. Avukat M. A. Sebük’ün isteği üzerine ertelediği açlık grevine 2 Mayıs 1950’de yeniden başladı ve 19 Mayıs'a kadar sürdürdü. 15 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin 14 Temmuz 1950’de çıkardığı Genel Af Yasası’ndan yararlanarak 15 Temmuz'da serbest bırakıldı.
Mahpusluğunun son yıllarında âşık olduğu Münevver Andaç’la birlikte annesinin Cevizlik'teki evinin bir katına yerleşti. Geçimini sağlamak için İpek Film Stüdyosu’nda dublaj yönetmeni olarak çalışıyor, senaryolar yazıyordu. 23 Mart 1951’de eşi Piraye’den boşandı. 26 Mart 1951’de Münevver Andaç’tan oğlu Memet dünyaya geldi. Serbest bırakılmasına rağmen sürekli izlenen, bu arada kendisine verilen barış ödülünü (P. Picasso, P. Neruda, P. Robeson, W. Jebukowska ile birlikte) almak için Kasım 1950’de Varşova’da toplanan Dünya Barış Kongresi’ne katılmak için pasaport isteği geri çevrilen Nâzım Hikmet tedirgindi. Bahriye Mektebi’ni bitirdiği ve stajyer güverte subayıyken hastalanarak çürüğe çıkarıldığı hâlde askerliğine karar alınmasını kendisini ortadan kaldırmak için düzenlenmiş bir komplo olarak değerlendirdi. 17 Haziran 1951’de Bulgaristan’a gitmek üzere üvey kız kardeşinin eşi Refik Erduran’ın kullandığı bir sürat motoruyla Karadeniz’e açıldı, yolda rastladığı bir Rumen şilebiyle Romanya’ya gitti, daha sonra Moskova’ya yerleşti. 25 Temmuz 1951’de Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Nâzım Hikmet mültecilik yılları boyunca birçok uluslararası toplantıya katıldı, Doğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra Roma, Berlin, Paris, Viyana, Havana, Pekin ve Tanganika’ya gitti. 1952'de geçirdiği kalp krizinden sonra doktoru Galina Grigoryevna Kalesnikova ile birlikte yaşamaya başladı. 1954’te kendisine anne tarafından Polonya kökenli olması dolayısıyla atalarının soyadıyla (Borzenski) Polonya vatandaşlığı ve pasaportu verildi. Memet Fuat’ın ifadesiyle “Aslında konuk olarak bulunduğu Sovyetler Birliği’ndeki Stalinci yönetimden korkmaması olanaksızdı. (...) Özgürlükçü davranışları, birtakım uygulamaları eleştirisi zaten göze batmakta, arada bir yakınlarınca uyarılmaktaydı. Bir iki kez de sorumlu kişilerce uyarılmıştı.” 1956 Mart'ındaki Yirminci Kongre ile başlayan Stalinciliğin tasfiyesi hareketi Nâzım Hikmet’te büyük umutlar uyandırmıştı. Ancak Sovyet bürokrasisini eleştirdiği İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu? adlı oyununun 11 Mayıs 1957’de Moskova Yergi Tiyatrosu’nda bir gün sahnelendikten sonra gerekçe gösterilmeden kaldırılması üzerine hayal kırıklığına uğradı. Kasım 1960’ta bir süredir âşık olduğu, kendisinden 30 yaş küçük tiyatro sanatçısı ve senaryo yazarı Vera Tulyakova ile evlendi. Nâzım Hikmet hem Bulgaristan hem de Azerbaycan'daki Türkler tarafından ilgiyle karşılandı. Bulgaristan'daki Türkler onun etrafında bir bakıma kenetlendi: "Nazım Hikmet'in mücadelesi ve şiiri, Bulgaristan'da genç kuşak yazarları için bir esin kaynağı oldu. Eserleri memleketimizde Türkçe ve Bulgarca olarak yayımlandı ve yayımlanmaktadır." (Erdinç 1977: 10). Nâzım Hikmet, 1961’de, 1920’lerde yaşadıklarından esinlenerek Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adlı romanını yazdı.
Bir kalp krizi sonucu öldü, Moskova’da Novodeviçiy Mezarlığı’na gömüldü.
Şair olan dedesinden Nâzım, babasından ise Hikmet adını alıp birleştirerek kendine bir şair kimliği oluşturmuştur. Erken yaşlarda takdir gören bir şairlik yeteneğine sahip olduğu görülen Nâzım Hikmet'in şiirdeki dönüm noktası, Yahyâ Kemal Beyatlı ile tanışması olarak kabul edilmektedir. Yahyâ Kemal'in Mekteb-i Bahriye-i Şahâne'de Nâzım'ın tarih hocası olmasıyla yolları kesişmiştir. Fakat bu hocalık sadece tarihle kalmaz. Beyatlı, Nâzım'ın dedesini yakından tanıyan evlerine de gidip gelen biri hâline gelir. Sorduğu sorulara yaşının gereğinden çok daha üstün cevaplar verdiğini gören Yahyâ Kemal, öğrencisini sahiplenir. Hatta bir gün Nâzım'ın kedisi üzerine bir şiir yazdığını gören Yahyâ Kemal, şiirin güzel olup olmadığını kediyi görünce anlamış ve "Sen bu uyuz hayvanı, yazdığın yazıdaki gibi görüyorsan diyecek bir şeyim yok. Durma, çalış. Yolun açık olsun." (Özarslan 2003). diyerek destek olmuştur. Bundan kısa süre sonra annesiyle görüşmesi nedeniyle Yahya Kemal'in desteğini almaktan vazgeçen Nâzım Hikmet, zaman içinde kendi çizgisini bulmuştur. 1897-1905 yılları arasında ortaya çıkan Millî Edebiyat içinde yer almış, Millî Mücadele döneminde ilk ciddi mahsullerini vermeye başlamıştır. Anadolu’yu yakından görmesi, Anadolu insanının çilesini, sefaletini bizzat gözlemlemesi toplumcu gerçekçi kimliğinin oluşmasında rol oynamış, bu gerçekçi tablo Nâzım’ın sanatını da etkilemiştir. Ersin Özarslan, bu süreci masal çağından destan çağına geçiş sürecini yaşayan bir çocuğun karalamaları olarak ifade etmiştir (Özarslan 2003).
İlk dönem şiirlerinde kafiye ve redif gibi ahenk unsurlarını aynen uygulamamış sadece onlardan yararlanmıştır. Nâzım Hikmet bunun dışında şiirlerini kayıt ve kuralları göz ardı ederek serbest bir biçimde yazmıştır. Serbest nazım adı verilen bu şiir tarzını Ercümend Behzat Lav ondan yıllar sonra ise Orhan Veli ve arkadaşları kullanarak yaygınlaştırmışlardır. Onun serbest nazma geçmesinde ise en büyük rolü şüphesiz Sovyet tecrübesi ve Vladimir Mayakovski üstlenmiştir. Çünkü ona göre asıl olan şekil değil içeriktir ve şekli de içerik belirlemelidir ve bu nedenle uzun yıllar kullandığı heceden vazgeçmiştir. Bu etkiyle birlikte yeni bir şiir kurmak isteyen şair, Rus şiirine fütürizmi getiren Mayakovski’yi örnek alarak kurmak istediği şiirin altyapısını oluşturmuştur. Nâzım Hikmet'in ilk yıllardaki şairliği, daha sonraları kavga ettiği, Yahya Kemal Beyatlı, Peyami Safa, Ahmet Haşim gibi dönemin otoriteleri tarafından da kabul edilmiş, hatta övülmüştür. Fakat araya giren politik tercihler ve Nâzım Hikmet‟in hareketli ve değişken karakteri bu yakınlığı ortadan kaldırmıştır. Mehmet Solak, bu ilişki bağlamından hareketle onun kişiliği ve şairliği hakkında şöyle söyler: “Nazım Hikmet, sürekli değişimin şairidir. Benimsediği materyalist felsefenin, evrenin sürekli değişim içinde olması anlayışına da uygun bir tavırdır bu. Ne ki; değişim düşüncesinin, salt maddesel boyuta indirgenerek yaşanılan dünya (bu dünya) ile sınırlandırılması "unutma‟ ve "unutturma‟ yaklaşımını zorunlu kılmaktadır. Bu da, toprağına kök salamadan -kök salmayı çok istemesine rağmen- boyuna aramaktan başka bir yol açmamaktadır şaire. Kaldı ki; o yolda son durak yoktur, son basamak da. Şairin, buldukça yeni bir şeyler aramaya koyulması yahut basamakları çıkmaktan sıkıldığında, altındaki merdiveni itmesi bundandır” (Solak 2007: 299).
Kaynakça
Atakul, Cihan (2019). Politik Tiyatro'nun Nâzım Hikmet'in Oyunlarına Etkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi.
Aymaz, Göksel (2007). Sanatsal Üretimin Toplumsal Oluşumu: Nazım Hikmet'in 'Memleketimden İnsan Manzaraları' Örneği. Yayımlanmamış Doktora Tezi. İstanbul. Marmara Üniversitesi.
Doğanay, Celal (2005). Nazım Hikmet Ran'ın Şiir Dünyası. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Elazığ: Fırat Üniversitesi.
Erdinç, Fahri (1977). Nazım Hikmet Bulgaristan'da. Ankara: Evrensel Dostluk Yayınları.
Karacabey, Süreyya (1995). Nazım Hikmet'in Oyun Yazarlığı. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.
Koçak, Recep (2017). Nazım Hikmet'in Şiirlerinde Folklor Unsurları. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Niğde: Ömer Halisdemir Üniversitesi.
Özarslan, Ersin (2003). Nazım Hikmet: Hayatı ve Şiiri. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Özer, Nilay (2013). Nâzım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları'nda İmajlar: Toplum, Tarih ve Sinema. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi.
Solak, Servet (2019). Nâzım Hikmet Ran'ın Şiirlerinde İnsan Teması Üzerine Bir İnceleme. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Düzce: Düzce Üniversitesi.
Şener, Necati (2019). Nâzım Hikmet'in Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'nda Siyasi Eleştiri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Arel Üniversitesi.
Terzioğlu, Öykü (2008). Nâzım Hikmet'in Sömürgecilik Karşıtı Şiirlerinde Romanlaşma, Çok Seslilik ve Mizah. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi.
Uyanık, Ayhan (2017). Nâzım Hikmet'in Şiirlerinde Aşk ve Kadın. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Yalçın, Murat (Ed.) (2010). "Nâzım Hikmet". Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi. C. 2. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. s. 742-747.
Nazım Hikmet Ran’ı, en güzel biçimde anlatan Ahmet Lütfi Birinci’nin FaceBook’ta yayınlanan bir mesajını sizinle paylaşmak istiyorum.
NAZIM HİKMET RAN :
“Türk Töresini, Türk Bayrağını, Türk İstiklâl Marşını, Türk Devletini kısacası TÜRK'e dâir hiçbir şeyi sevmezdi.
Türk'e yönelik kültür emperyalizminin, hattâ soykırımın baş alkışlayanı ve destekçisi idi.
Sovyet Sosyalist katil devletinin bütün câniliklerini hayasızca desteklemiştir. Ve o zulüm devletinin Türkleri MANKURTLAŞTIRMA operasyonunun baş uygulayıcılarındandır.
Kanlı SOVYET KOMÜNİST yönetiminin hümanist ve özgürlük maskeli, şair diye dayatılan onursuz bir lokomotif piyonudur.
NAZIM, düz yazıları bile serbest şiir diye dayatılan, ruhunu komünizme ve VAMPİR STALİN'e satmış koca bir ZAVALLIDIR.
NAZIM, Türk düşmanlarının aşk, sevgi, özgürlük, eşitlik diye maskeledikleri ihanet sisteminin adıdır.
NAZIM, katledilen, yeri yurdundan sürgün edilen, kutsadığı kanlı kızıl topraklarda MİLYONLARCA Türk'ün âhı ile can vermiştir.
NAZIM, Sovyet coğrafyasında yaşayan bütün Türklerin İSTİKLÂL HIRSIZI, bir Sovyet UŞAĞIDIR.
NAZIM, Kırım ve Kafkaslardan sürülen, öldürülen milyonlarca Türk'ün durumunu alkışlayandır. Tren vagonlarında ölen anne, baba, çocuklarıyla yolculuk yapmak zorunda kalan, Sibirya steplerine giden soydaşlarımıza duyarsız kalan kimliksiz ve kişiliksizdir.
BU KIZIL ZULÜM BU KADAR DA NETTİR.
Cenâb-ı Allah Nazım sevicilerine vicdan, İzân, Ferâset ve Akıl ihsan eylesin.
Bütün ZÂLİMLER ve destekçilerine de lânet olsun.”
Bazen bir şiir, bazen bir cümle kitaplar doldurur. Bazen bir kelam kafa kestirir, bazen de savaşı keser. Ayni zamanda acılı aşı tatlı hale getirir Yunus’un ifadesiyle…
Sapla/Samanın birbirine karıştığı, buğday pazarında saman satılan, at izinin it izine girdiği kaos ve hüsran asrında; “Hâin”lere “Kahraman”, Kahramanlara hâin diyen bir girdap ve sancı içinde değil miyiz?. Corona virüsünden çok daha tehlikeli imansızlık, âmelsizlik, ahlaksızlık, ihlâssızlık rağbette değil mi?...Başımızda, oylarımızda koltuklara gelen niceleri böyle değil mi?..
İŞİN İÇİNDEN ÇIKMAK, ÇÖZÜLEMEYEN BULMACALAR GİBİ…KARANLIKLARDA BİR IŞIK OLABİLECEK HAKİKATİ SÖYLEYENLERE,BÖYLELERİNE MUHTACIZ.
CÜCELERİ DEV YAPANLAR, İSTİSMARI VE MENFAATİ HELVA GİBİ YİYENLER BELLİDİR, ÇAYIRA SALMAK GEREKİR.
YÜCE MEVLÂ KAPILAR AÇ…İSLÂMLA DİRİLİŞİMİZE VESİL Ol,..BU ATEŞİ SÖNDÜR!. AMİN!!!!.
|