ŞİİR VE ŞÂİR…
Eklenme: 18.01.2019 11:09
Sapla/Samanın birbirine karıştığı günümüz kaosunda, Şiirle/Şair de Yunan saçı (Arap saçı değil) haline gelmiş, ayrık otları gibi şairim diyenlerin sayısı çoğalmıştır.
Barış Manço Kültür Merkezinde, Yıldırım Kent Konseyi Şair ve Yazarlar Grubu tarafından düzenlenen “ŞİİR/EZGİ GECESİ” ne misafir olarak katıldım.
Grup başkanının sunuculuk yaptığı gecede, çok sayıda şair ve şiir boy gösterdi. Bir kaç kişinin okudukları şiirler yanında, diğer şiirlere “Şiir” demek için çok sayıda şahide ihtiyaç vardı diyebilirim. Gruba katılan talebeler olarak geceye bakacak olursak, biraz rahatlarız.
Şair-i Âzam üstadın bir talebesi olarak, Türkiye ve Dünyanın en uzun şiir kitapları, Oratoryo yazarı, l7 şiir kitabı yayınlanmış,Yurt içi ve dışında jüri üyeliklerinde bulunmuş, konferanslar vermiş, Radyo/Televizyon programları yapılmış, şiirlerinin bazıları bestelenmiş ve ödül almış, DVD, CD leri yapılmış bir kişi olduğumu söylerler, yazarlar.
“BENDEYÂR” şiir akımı/ekolü/tarzının ustası sıfatiyle, çok sayıda talebem olduğunu da söylemek isterim. Şimdiye kadar 7500 şiire imza atan bir şair olmakla, şiir deryasının ve şairlerin neresinde olduğuma karar veremedim...
“Benim kaderim eşyayı yakmaktır;
Bir kıvılcımım, basit bir eşya değilim BEN”
Diyen Pakistan’ın millî şairi Muhammed İkbal; şairin eşyanın gerçek yüzünü aydınlatan, varlığın gayesini açıklayan bir yorumcu olduğunu ifade etmektedir… “ŞİİR VE ŞÂİR” iki ayrılmaz bir bütündür… Bütünü parçalamak isteyenlerin, parçalarından birini kabul etmeyen, edemeyen bir bütün… Bütünde tekte ve hakta yegâne ve tek bütün… Diğerleri şiir ve şair olmaz zaten…
İki Cihanın Güneşi Peygamber Efendimizin; (S.A.V.) “Allah’ım; bana eşyanın hakikatini göster” sözünün hakikatini Hak’ta arayan, Hak’ta bulan ve çevresine perde perde açarak, varlığın hikmet ve gayesini soran Şair…
“Çocukken haftalar bana asırdı
Derken saat oldu, derken saniye
İlk düşünce beni yokluk ısırdı
Sonum yokluk olsa, bu varlık niye?...”
Mısralarında ebediyet paketini açan üstat Necip Fazıl Kısakürek gibi Şair…
“Şiir hal-i hazırı aydınlatan bir şûle, ilerilere ışıklar salan bir projektör ve öteler kaynaklı bir aşk ve heyecan bestesidir. Gerçek şiirin ikliminde gözler aydınlığa erer, uzaklar yakın olur ve ruhlar sönmeyen bir azim ve şekle ulaşır.” İfadesiyle şiir ve şairi neşterleyen günümüzün büyük mütefekkiri; ten’i bir kadavraya benzeterek bakınız ne diyor:
Ten bir kadavradır içinde cân olmayınca
Gönül bir havradır ufku irfan olmayınca.
Dünya iç içe kuyu ve karanlık zindan,
Ruhlara ışıklar saçan imân olmayınca.
Dimağlarda burkun tu, sinelerde hafakan
Esip üns yelleri derde derman olmayınca.
Beşer huzursuzluğa düştü huzur ararken,
Elinde öteden gelmiş Furkan olmayınca.
Kaybetti her şeyini kazanacağım derken,
Yolunu aydınlatacak burhân olmayınca.
Senelerdir aynı şaşkınlık sürüp gitmekte,
Düşüncelere hükmeden vicdan olmayınca.
Zâhire bakılırsa ümit mumu sönmekte,
“Neylesin Mahmutlar” O’ndan ihsan olmayınca.
Yıllar var ki bizler, su dövüp durduk havanda
İmanla fikir karışıp harman olmayınca…
Kilit ve anahtarı bozulanlar, çilingire gider… Başka bir yere gitmek abestir. Eşyanın varlık sebebini “Nasıl” ve “Niçin” anahtarıyla açmak istemeyen şair, çilingir ustalığında bir şair değildir…
“Güzel bir şiir, güzel sahillere açılan ve okuyanları o sahile götüren bir yelkenlidir.” Diyenler, gerçeği dile getirmişlerdir. Mânâ ikliminden uzak şiirler, şairlerde güzellik ve ulviyet aramak; taka ile Ummanları aşmak, sahile ulaşmak demektir. Bu hayaldir, neticeye varamamak demektir…
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem.
Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem”
Haykırışlarındaki şair; eğilmez ve bükülmez bir koldur… Hedefe varmak için bir sancak, burçlara dikilecek bir bayraktır..
“Durun kalabalıklar durun, bu cadde çıkmaz sokak!”
diye haykıran şair, şairdeki ruh, şiirdeki mânâ ve özlem; cemiyet için yaşayan bir rehber, susayan gönüllere duru ve soğuk su, yollarını kaybedenlere bir kılavuz ve ışıktır…
“Unutma ki şairleri haykırmayan bir Millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir”
diye feryat eden ehl-i dilin mesajında; derin uykularda bulunan, gaflet ve hıyanet girdabında bocalayanların uyandırılması gereği yer almaktadır. Çocukların hamisi olmazsa, geleceklerinden endişe edilir. Öksüz kalmamak için; sevenlerin yaşaması, haykırması ve yol göstermesi ne güzeldir…
Şiir bir inanç, şair inancını dışarıya vuran inançlı bir kişidir. İç dünyalarda meydana gelen çok çeşitli gürültüler, dışarıya aksetmezse rahatsızlık meydana getirir… Tıpkı sancılar gibi… Tıpkı kararan iç dünyanın, aydınlandığı zaman rahata kavuşması gibi…
Yunus Emre’ler, Mevlâna’lar,Mehmet Akifler, Hacı Bayram-ı Veli’ler, Emir Sultanlar, Üftâdeler, Eşrefoğlu Rûmi’ler, Yahya Kemal Beyatlı’lar, Arif Nihat Asya’lar, Necip Fazıl Kısakürek’ler, İrşâdiler,Muhammed İkballer, Ali Ulvi Kurucular, daha nice gönül erleri, şair sultanların şiirleri ve şairlikleri gibi… “Sözlerin büyükleri, büyükleri sözleridir” gerçeği, gerçek kaynağını mânâ deryasından almış değil midir?...
“Belirdi bir kıratlı
Başı gözü Polatlı
Gözler buğulu nemli
Üveyk gibi kanatlı”(üveyik)
Dizelerinde yer alan coşku, heyecan, aşk, vecd ve mânâ özlenen neslin şairlerini; “Atlastan cepkenli yiğit akıncıları geri çağıracak gür bir sâdâ olarak mesaj vermekte, müjdelemektedir…
Şair mazisine bağlı, millî Kültürü içinde yoğrulmuş, mânevî değerleri ölçü kabul eden, mukaddesata karşı hürmetle dolu olmalıdır… aksin: düşünmek; paslanmış kaşıkla bal yemek, kuru kalabalıklara ve güruhlara yem olmaktır. İrfana ermiş, nefsini ve Rabbini bilen ârif şairlere ve şiirlere muhtacız. Gözyaşlarıyla şiirler yazan, mânâ aleminin yolcuları gerçek şairlere…
(İlhan Yardımcı – Radyo Renk / Radyo Özlem’de yapılan programdan – Bursa)
Bu ifadelerim iki radyo programından alınmış, günümüz içinde geçerlidir.
İnternet sitemde muntazaman yazdığım, Facebook’ta da zaman içinde yayınladığım şiirlerim üzerine, çok sayıda mesaj alıyorum.
Gelecekte şairlerin yerini dolduracağına inandığım YÜKSEL AKDEMİR’DEN bir mesaj aldım:
Kıymetli İlhan Yardımcı hocam.
Herkesin şiire bakış açısı farklı
Ben şiiri ikiye ayırıyorum
1- Gönlünü şiire verenler
2- Şiire Gönül verenler
İki şıkkın arasında ki farkı da şöyle mukayese ediyorum.
İkinci şıkkın penceresinden bakarak yorumlayalım.
Şiire gönül verenler şiirin ne kafiyesini ne uyağını ne ayağını ne başını ne sonunu nede redifini biliyor sadece şiir olsun diye yazıp yorumluyorlar bende kendimi bazen bu kategoride görüyorum.
Birinci şık ise,
Gönlünü şiire verenler
Kıymetli hocam Şiir şiir olsun diye yazılmaz şiir gönül işi dir eğer bir kişi şiir yazıyorsan içinde Gönül yoksa boşuna hamallık etmesin.
Çünkü şiir + gönül = mana Manasız bir şiir de anlam kazanmaz.
Şiirin içinde Sevgi de olacak hüzün de olacak gam da olacak hicran da olacak
Şiir giriş gelişme ve sonuç olarak bir anlam ifade edecek Zira,bu ifadeler yoksa şiir şiirlikten çıkar.
Ben bu edebî akıma yeni katılıyorum öyle uzun bir şiir geçmişim yok
Ancak şiire olan saygımdan dolayı şiiri iyi bilen ustalarımdan çok iyi öğrenmeye çalışıyorum.
Bu iş gücümle şimdilik şiirin harcını yaptıp temelini attım.İnşaallah yavaş yavaş katları çıkıyorum.
Her katta mola vererek ustalarımdan bir kaç kelime alarak kendi kelime dağarcığıma katıyorum bu da benim kelime dağarcığımı daha güçlü yapıyor inşaallah bu edebî akıma kapılarak sizin gibi değerli ustaların arkasından gelirim.
Bir de şiir yazarken haşa dinden çıkanlar var Mesele Kadere kahpe diyen Kadına kulun olurum diyen sözde şairler var.
Onları da kınıyorum
Çünkü kader imanın şartlarından biri kul da yanlız ALLAH'a olunur başka kimseye kul olunmaz..
İnsan odur nefse zincir bağlasın
Günahlara gece gündüz ağlasın
Gönül damlaları coşup çağlasın
Gözlerine nem vur dursun yerinde
Kader imandandır türkü seslenmez
Gönül hanesinde tağut beslenmez
Şiir yazmak için günah süslenme
Kalemine gam vur dursun yerinde
Nefis azgın bir sel bentleri aşar
Doyumsuz arzular şehvetle coşar
Haktan uzak Kullar düzensiz yaşar
Nefsine gem vur dursun yerinde
Bazen kaderine isyan edersin
Kahpe Kader deme tokatı yersin
Günah vebalinle kabre girersin
Yüreğine Şem vur dursun yerinde.
Şiirle süslensin her bir lafımız
Adaletten yana şükür safımız
Sevgi saygı hürmet dolu rafımız
Nezaketle şiir yaz ey İzahi
Sanıyorum bu dur bunun izahı
Dost-a huzur versin iltifatımız
Gönüllerde kalsın zarafetimiz.
Yüksel Akdemir(İzahi)
Nasip olursa yaktında çıkacak olan yeni bir ŞİİR KİTABIMDA yer alan bir yazıyı da buraya almak istiyorum:
ŞAİRLER
Yer yüzünde milletlerin içinde en enteresan insanlar şâirlerdir.
Bir kadının ben erkek olacağım demesiyle, erkek olamayacağı gibi; şiire istidadı (yeteneği) olmayan birisi de istese de, şâir olabilmesi mümkün olmamaktadır. Şâirlik insanın yaradılışında vardır. Meselâ; doktor olmak isteyen, mühendis olmak isteyen, avukat olmak isteyen, okullarına girerek çalışır bu çalışması sonucunda, çalışmasına orantılı olarak ergeç diplomasını alır, olmak istediğini olur.
Fakat şâirlik öyle değildir, onun okulu yoktur.
Bazıları; şâirliğin çalışmak suretiyle elde edilebileceğini söylüyorlar. Bu istek de onda şâir toplumun hangi kesimindeyse o kesimin ahlâk ve karakterini en iyi bilen, o kesimdeki insanları en iyi tanıyan kimsedir.
Şâirler yaşadıkları milletin içinde, onlara beraber yaşayan onların acılarını en koyu şekilde tadan, onlardan ayrı olarak da, kendi gurbetlerindeki yalnızlığı yaşayan yalnızlıkla baş başa yalnızlıkla iç içedir. Milletlerin en cesur insanları şâirleridir en mümeyyiz vasıfların başında gelen değerleri onlardır. Korkaklık onlara yakışmaz; içinde korku taşıyanların şâir olabilmeleri güçtür. Çünkü şâir toplumun dertleriyle dertli, sevinçleriyle mutlu insandır. Şâirler iyi ve doğru sözlü olmak zorundadırlar.
Şâirleri şiir yazmaktan hiçbir güç engelleyemez. Şâirleri tanımak için şiirlerini okumanız yeterlidir, onların şiirleri onların imânlarını hallerini yansıtmaktadır. Hiç biri iki yüzlü olmaya tenezzül etmez. Politika alanında başarısızlıkları bundandır. Şâirler imân kısırlığı ahlâk dejenerasyonu bakımından olumsuzluklarını göstermek istemeseler de, içlerinden samimi bir dürtü onu şiirinde açığa vurur.
Yeni şiir yazmaya başlayan bir şair namzedi şiirlerini (denemelerini) herkese okumak ister, yazdığı, henüz bir edebi olgunluğa ulaşmamış şiir taslaklarını, çok değerli şeyler sanır, toplumun içinde müstesna bir yere vardığına inanarak değerinin bilinmesini takdir edilmesini bekler, bu ilgiyi bulamayınca ruhî sıkıntılara ve sanat bunalımlarına duçâr olur. İşte bu sıkıntıları aşamayan, toplumun kendilerini dışladığını sananlar işin daha başında yoldan dönerler.
Şâir olmak öyle basit bir iş değildir. Böyle yarı yolda dökülüp kalanlar zaten şâir olamazlar. Bunlar şâir taslaklarıdır. Bu öyle bir çileli yoldur ki: İnsanın nefes alıp durduramaması gibi, onu zorlayan bir duygu, şiir yazmaya mahkum eder. Bugün şiirlerini okuduğumuz isimlerini ezberlediğimiz şâirler, o noktaya kolay gelmemişlerdir. Bu işe yeni başlayanları, çetin bir sınav beklemekte, bütün hayat boyunca zirvesine çıkabilmek için tırmanılacak san’at dağının dik yokuşları beklemektedir. San’at Denizinde boğulmamak için insanın kendisine örnek aldığı şâirin çalışma tarzını, şiirlerini okuması sabır ve inatla içinde bulunduğu toplumun kültür ve irfân hayatını tanıması, bu çileli yoldan zevk almasıyla mümkündür.
İlk zamanlarda örnek aldığı, şâirin kopyası olduğunun farkına varamaz bu çok tehlikelidir.
Bundan kurtulmak da çalışmakla olacaktır. Mümkün mertebe örnek alınan büyük bir şâir olmalıdır ki; onun etkisinden kurtulunca özel bir kişiliğe kavuşsun, hayranının etkisinden kurtulduğunu anlayabilen şahsiyetini kazanmış, şiir alanında bir noktaya gelmiş demektir.
İşte ondan sonra gerçek şâir olmanın zevkini tadarak kendi yoluna devam edebilir.
Şâirler, gurur süvarilerinin kuşattığı şatolarına hayâl güçlerini aşan, sonsuzlukta acılarının harmanında zamanların ve mekânların ötesinde, şiir rüyalarını gören, hasret rüzgârlarıyla ürünlerini üreterek müştaklarına meccanen sunan kişilerdir.
Şiirlerdeki zorluklara ancak şâirler dayanabilirler. Onlara bu zorlu işi, dışarıdan kimse zorla yaptıramaz. Onları bu zorlu işten (şiirden) dışarıdan kimse zorla caydıramaz.
Şâirler, şiir yazmasalar kendilerini bir boşlukta, gün ışığının soldurduğu çok kıymetli bir kumaş, gibi görürler, üzülürler,soluk renklerin eşya üzerindeki görüntüsünden acı duyarlar.
Şâirler, genellikle çelişkili bir hayat içerisinde yaşadıkları toplumun özünü sergilerler.
Şâirler, geçmişin, yaşanılan ânın, gelecek zamanın, romanını yazmak gibi taşıyamayacakları bir yükü yüklenir.
Sonuna varamayacakları uzun bir yolun yolcusu olurlar.
Bazı anlar olur ki; azgın denizlerin dalgalarının sahillere saldırmaları gibi, çılgınca zâlimlerin üzerine saldırırlar, sonunda yine azgın dalgaların sükunu gibi durarak, zâlim kayalara bir şey yapamamanın hüznü ile kabuklarına çekilirler.
Düşünen insanlar olarak, şâirlerin üstünde başka kişiler yoktur. Şâirler kolaya değil zora talip olan, o yolun yalnız yolcusu, kültür ve irfan alanının denetleyicileri yönlendiricileridir.
Sözcükler şâirin şiirlerinde, ateş olur, sel olur, güneş olur, hayat olur, sevinç olur.
Şâirler sözcüklere raks ettirirler, dans ettirirler, adeta ayrılığı ve kavuşmayı bütün boyutlarıyla hazların ve elemlerin süzgecinden süzerek özünü verirler.
Şâirlerin olumlu ve olumsuz olarak âmel defterleri kapanmaz.
Şâirler câmisiz imama, ordusuz komutana benzerler.
Karargâhları dernekler, arenaları Fikir Kulüpleri yayın organlarıdır.
Herkesin giremeyeceği yerlere onlar eserleriyle girerler.
Gök kubbe altındaki mabetlerde, kendilerine uyanlarla birlikte, toplumlarının kurtuluş duâsını okurlar.
Kendilerini, zemin ve semâ arasında onların tutsağı olduklarını sanarak ruhlarıyla esrar âleminin kalelerindeki burçlardan kâinata seslenmek isterler, metafiziği, mistizmi, kör taassubu; aşarak mânâ âlemlerinde varılabilmesi zor iklimlere doğru uçarlar.
Şâirlerin bazıları da, inanç yapıları gereği; bu olgunların tam aksini yaşayarak zillet ve meskenetin batağına düşerler, eteklerini kirletirler, Cennet zannettikleri dünya hayatının serabını yaşarlar.
Sorumsuzluğun girdabına düşerek müskiratın verdiği sarhoşluğu ebedi hayattaki hakiki saadetin mutluluğuna denk zannederler.
Peşin olanını geçiciyi, ebediye tercih ederler.
Ufukları karanlık, bakışları bulanık, düşünceleri kopuk zemberek gibidir, hayal saatleri ayar tutmaz.
( Mustafa Okur. 10-11 Ocak 1999 Millî Gazete-Rahmetli Mustafa Okur dostumuza, Fatihalar gönderiyoruz.)
Bu kadar güzel yorumlar, tespitler ve güzellikler yanında, ne demek mümkün?..
Şairler şiir yazarken, Vahiy/Tevhit/Vahdet/İman/İhlas/Ahlak temel değerlerinden dışarı çıkmamalı, tebliğci olmalı, cihan Peygamberinin sırtını okşadığı şair Hasan Bin Sabit gibi kavi bir insan olabilmeyi tefekkür etmelidir.
Noktalama işaretleri, şiirlerde notalar gibidir, asla ihmal edilmemeli, muhalif rüzgârların demelerine, yazmalarına kulak verilmemelidir.
Baki kalan boş kubbe altından nice şairler, yazarlar geldi/geçti.
Boş kubbedea iz bırakacak, Mahşerde şefaatçi olabilecek, Mȋzân Terazisinde ağırlık basacak şiirlere ve şairlere muhtacız.
Vardır. Sayılarının çoğalmasını bekliyor, istiyoruz. Selam ve muhabbetle.
|