NELERİ KURBAN ETMEDİK Kİ?...
Eklenme: 26.01.2007 07:58
"Günde ben/Gölgede sen,günde ben./
Yılda kurban bir olur,/ Sana kurban, günde ben."
Diyen gönül ehli; cinaslı kafiyeler arasında, kurban olmaktan bahseder. Sevdiği uğruna; yılda bir defa kesilmesi vacip olan kurban yerine, her gün kurban olmayı teklif ve kabul eder. Bundan daha büyük bir teslimiyet, samimiyet ve içten gelen bir teklif düşünülebilir mi?...
Asrımızın idrak ve anlayışında, bu tür güzellikler sadece edebiyat sayfaları arasında,tasavvufla ilgilenen gönüllerde, böyle edebi şiir ve nesirlerde kaldı sanıyorum. Keşke serzeniş ve burukluğum gerçek olmasa da, sadece bana ait yeis ve karamsarlık olsa...
On beş asırlık bir imanın Farziyeti, altı asırlık bir kültür mirasının devamını omuzlarında taşıyan, fakat bu değerlerin farkında olamayan milletimiz; asırlardan beri neleri kurban etmedi ki?...Her Kurban Bayramı yaklaşırken; "Aklıevvel ve cüce beyinli" bazı sözüm ona aydın ve yazarlar tarafından, kurban kesiminin, hayvan sevgisine aykırı olduğu yaygarasında, merhametin kurban edildiği gibi...
Kurban Hazreti İsmail'in bedeliydi, bugün kestiğimiz kurbanlar acaba neyin bedelidir?...
Maddeye, şehvete, şöhrete kurban edilen değerleri bilir miyiz?..
Ferdiyetleri ve İslâmi sorumlulukları olmayan, sadece cins ve nevi olarak yaratılan koyunlar, sığırlar, keçiler, develer, inekler, tosunların yaşlarına göre kurban edilmeleri, sağlam olmaları, kusursuz bulunmaları gibi hususların emir ve hikmetlerini; düşüncelerde ve düşünen adamların kurban edilmesindeki gerçekleri hiç düşündünüz mü?...
Sapla samanın birbirine karıştığı, kantarın topunun kaçtığı, ayarların bozulduğu toplumlarda; aile ve kadın sokaklara dökülmeye kurban edilmiştir. Sinek ilacı, araba lastiği reklamlarında bile kadını metâ olarak kullanan zihniyet; anayı, aileyi, kadını müstehcenliğe ve şehvete kurban etmiştir.
"Aşk/Sevdâ/Şehvet" üçlüsüne dayanan iffet, erkeğin sadakati ve sevdiğine bağlılığı; "Cinsel Özgürlük" ve "Demokratik Aile" teranesiyle zinâya kurban edilmiştir..
"Din Baronluğu" ile "Tarikat Kaymağı" nın geçerli olduğu, (Toplumlara yön veren gerçek din âlimleri ile Tarikat liderlerine gölge düşürenler, şeyhlerini uçuranlar, ötekilerden üstün tutanlar, din adına toplanan paralarla saltanat sürenler, cehaletlerini tarikatmış gibi gösterenler ve İslam'ı bilmeyenler kastedilmektedir. Gerçek, samimi, icazetli, şeriâta bağlı, benliğini kontrol altında tutan, asrın musibetlerine kapılmayan, ihlâslı, âmel-i sâlih bütün din alimlerine, tarikat büyüklerine, mücahitlere gönülden bağlılıkta yarış ederiz.) son model arabalarda, çift iskeleli villalarda, "yağlı/börekli/çörekli/ballı/etli/sütlü/kaymaklı/avokadolu" sofralarda,kuş tüyü yataklarda, sırça köşklerde ve âşîyanlarda oturup, ahkâm kesenler, yedi sülâlesini koltuklara taşıma gayreti gösterenler için din, siyasete kurban edilmiştir.
Siyaset "Sâye" kökünden gelir. "Memleket idare etme sanatı. Devlet idare tarzı. Seyislik, at işleriyle uğraşma. Diplomatlık, politika. Dünya ve Âhiret'te necatlarına sebep olacak bir yola, insanları irşat ile beşeriyetin salâhına çalışmak" gibi sözlük anlamları vardır.
"Sizin ne işiniz var, Devleti idare etmeye talip oluyorsunuz?..Camiler ardına kadar açık.. Gidin namaz kılın, oruç tutun, bizim dediğimiz yerlere zekât verin, kurbanlarınızı bağışlayın, post kavgasına karışmayın, ilh.." gibi kalaylı/alaylı cümlelerle Müslümanları kandıranlar; otorite kurmak isteyenler, zaman zaman kanun çıkaranlar, seçim zamanlarında mangalda kül bırakmayan Kayseri'ye iskele yapanlar, siyaseti menfaate kurban etmişlerdir.
Dilimiz, özellikle Türk dili, Frenklerin istilâsı altındadır. Bir milleti ayakta tutan bağlar arasında bulunan, "Dil Bağı" çok önemlidir. Evladı babasının, öğrenci öğretmeninin, torun dedesinin, cumhur, başkanının, seçmen, milletvekilinin, sokaktaki adam, kendini idare edenlerin dilinden bir şey anlamıyor veya anlatılmak istenilmiyorsa, ders kitapları, gazete ve dergiler, kitaplardaki dil anlaşılmıyorsa, "Cafeli, marketli, Dallas çiftlikli, Laylalı, Butikli, Cosmoslu, Toyslu, Plazalı, Showroomlu, Prestıgeli, hotelli, Majestikli, Centerli, medicalli, daha böyle nice tabelalarını yurdunuzda görür, rahatsız olmazsanız o toplumda büyük uçurumlar meydana gelir, değerler altüst olur ki; dil, cehâlete kurban edilmiştir.
Hadis-i Peygamberi'de Âhir Zamanda: "Kuran'ın resmi, İslam'ın ismi, insanın cismi kalacak" şeklinde bir hadis meâli vardır. Günümüz kıyametin eşiği, Âhir zamandır. Bedenlerdeki ruhların rahatsız olduğu, ölüm anında nasıl sıkıntılar çektikleri, can pazarında Şeytanla alış/veriş ile ebet atına binerek, "Madde sefâletinden, mânâ saltanatına göçüş" kolay değildir. Günümüz girdabında ruh, bedene kurban edilmiştir.
Madde ile mânaâ, bir kuşun iki kanadı gibidir. İki kanadından biri eksik olan kuş uçamaz. "Dünyada kalacağın kadar dünyaya, Âhiret'te kalacağın kadar da Âhiret'e çalış" ölçüsü; bir müminin dünya ve Âhiret hayatını dengeler. Sadece dünya değil, hep Âhiret için değil, ikisi için de çalışmak ibâdettir. Günümüz insanı maddenin esiri olmuş, madde, mânâya kurban edilmiştir.
Hicâb; "Perde. Örtü. Utanma. Allah ile kul arasındaki perde. Setretmek. Gizlemek" gibi anlamlar taşır. "Hicâb-ı çehre: Yüz örtüsü, Hicâb-ı Ebr: Bulut perdesi, Hicâb-ı Meşimi: Ana rahminde cenini saran zar, Hicâb-âver: Hicâb verici, utandırıcı, Hicâbî: Mahcup, utangaç gibi kelimelerde de kullanılır. Babası ile oğlunun ayni masada kadeh kaldırdığı, damat ile gelinin sarhoş oldukları, kadınımızın ve kadınlığın ne hallere düştüğü, moda canavarının hicâb perdesini tamamen kaldırdığı, mahremiyetin rafa kaldırıldığı, televizyon ekranlarında içki reklamı yasakken, içkinin sel gibi aktığı dizilerin, babanın oğlu, ananın kızı şerefine kaldırılan kadehler, su katılmamış rakı ile gerdeğe giren rekor kıran dizilerin, kadınlığın ırzına geçilen yarışmaların, inançlı olduklarını beyan eden gazete ve televizyonlarda yayınlanan ahlak değerlerinden uzak reklam ve filmlerin ve nice mabetlere na mahrem ellerin değdiği ve bunları yapanlara "Çağdaş", "Medeni" denilen toplumlarda; hicâb, saygısızlığa kurban edilmiştir.
Terbiye kelimesinin zıddı, terbiyesizdir. "Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye çalışmak. Kemâle ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe gayret etmek. Allah rızası yolunda gitmeği öğrenmek" gibi tarifleri vardır. "Terbiyegâh: Terbiye yeri. Öğrenme ve yetişme yeri. Terbiyegerde: Terbiye edilmiş.Yetiştirilmiş. Terbiyet: Terbiye kelimesinin Arabi okunuşu. Terbiyevi: Terbiyeli. Terbiye ile alakalı." Sadece lügatlerde kaldı sanırım...Birbirine kızan iki kimsenin ilk sözlerinden biri: "Terbiyesiz!." Olarak günlük hayatımızda yer alır. "Utanmaz, kemâlden uzak, itaat etmeyen, it, öğrenmeyen.." demek mânâlarını taşır. Görünen köyde, kalabalıkların çoğunluk taşıdığı toplumumuzda; terbiye, utanmazlığa kurban edilmiştir.
Ciddiyetin zıddı, mizâhtır. Şaka, lâtife anlamları yanında, edebiyatta; düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan, nükteli, hoş söz veya çizgilerle ifade demektir. Eskiden bu tür yazı yazanlara; "Mizâh-Nüvis" derlerdi.
Günümüzde mizâh, başlı başına bir edebi ekol olup, mizâhî dergi ve gazeteler çıkarılmakta, televizyon yayınları yapılmaktadır. Ciddiyetin yerini mizâh almıştır. Aslında ciddiyet olan yerde, mizâha yer yoktur. Nasreddin Hoca, Karagöz ile Hacıivat gibi kutup değerleri mizâha âlet ederek,çekilen dizi ve filmler, müstehcen fıkralara varacak kadar yalan/dolanlarla rant sağlayanlar ciddiyetten uzaktır. Günümüz kaosunda, tezatlar kumkumasında; mizâh, müstehcenliğe kurban edilmiştir.
Halkımız, erkek çocuklarına Şeref ismi koyabilmek için yarış ederler. "Yükseklik, yücelik. Büyüklük. İnsanlar arasında geçerli ve makbul olma. Büyük bir makam sahibi olma. İftihar, övünme. Cenab-ı Hakka itâat ve ubudiyeti ve yüksek hizmeti ile çok ihsanına mazhar olma" gibi anlamları bulunan şeref kültür köklerimizde: "Şeref-Bahş: Şeref veren, şereflendiren, Şerefe: Minarenin ezan okunan yeri. Yüksek kale ve emsali burç, çıkıntı, Şeref-Efzâ: Şeref artıran, Şeref-Pezir: Şeref ve itibar bulan, Şeref-Resan: Şeref ulaştıran, şeref eriştiren, Şeref-vârid: Şerefle gelen, Şeref-yâb: Şeref bulan, şeref kazanan, Şeref-zâhir: Şerefle çıkan." Olarak zengin bir kelimedir. Yemin ederken; "Şerefsizim." Demek, adet haline gelmiştir.
Havaya kaldırılan kadehler birbirine tokuşturulurken "Şerefe!.." nağmelerinin yabancısı değiliz. Bu güzel kelime, haslet, canciğer yavrularımızın ismi, herkese nasip olmayan rütbe özellikli şeref; uşaklığa, şerefsizliğe kurban edilmiştir.
Hangi birini yazayım?..Al birini, çal birinin kafasına...Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketlerinin, neleri nelere kurban ettiğini çok iyi bilirsiniz...
Kurban ettiklerimizin tam listesini bulabilmek, alabilmek için; tarihe bir göz atın. Çanakkale Şehitliğine gidin. İstiklal Savaşında etten/kemikten tümsek olan şehitlerimizin destanlarını okuyun. Kop Şehitleri Anıtı'nın önünden geçin. Allahuekber ve Soğanlı Dağlarının tepelerine tırmanın. Aziziye Tabyalarında bir soluk alın. Kıbrıs Karaoğlanoğlu Şehitliğinde bir fatiha okuyun. Maraş, Antep, Urfa illerimizin baş taraflarına bakanlar kurulu kararı ile konan kelimeleri tetkik edin. Atalarınızın, dedelerinizin, ninelerinizin hayatını okuyun. En önemlisi Kâinat Kitabı'nı ve kendinizi okuyun!..
Hiç olmazsa şu mısraı bir kâğıda yazarak, başucunuza asın ve zaman zaman okuyun:
"MEZARDA KAN TERLİYOR BABAMIN İSKELETİ,
NE YAPTIK, NE YAPTILAR MUKADDES EMÂNETİ?."
|