“ÂMELLER, NİYETLERE GÖREDİR” HADİS-İ PEYGAMBERİ
Eklenme: 24.08.2017 10:07
Âmel-i Salih; “iyi, güzel ve faydalı iş,” “Allah’ın rızasına uygun âmel” demektir.
“Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz, insan hüsrandadır. Ancak, iman edip, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr, 103/1-3)
Kur'an-ı Kerim'de, imandan sonra hemen Âmel-i Sâlihin zikredildiği pek çok âyet vardır. Bu bir irşattır, bir dikkat çekmedir. Allah’a iman eden bir insanın, bu imanını, kulluk şûûruyla ve ibadet hayatıyla desteklemesi gerektiği konusunda bir İlâhî ikazdır.
İmanla salih amelin birlikte zikredildiği bir başka âyet:
“İman eden ve salih amel işleyen mü’minleri müjdele ki, altından nehirler akan cennetler onlarındır.” (Bakara, 2/25)
Âmelin salih olması büyük önem taşır. Amelin salih olmasının en önemli şartı, ihlastır; yani o işten, o ibadetten, o hayırdan sadece Allah rızasının beklenmesi, başka bir gaye gözetilmemesidir.
Risâle-i Nûr Müellifi, “Salih âmelin ruhunun ihlas olduğunu” beyan etmekle, ihlas şartından yoksun amelleri ruhsuz varlıklara, heykellere benzetmiş oluyor. Yüzlerce insan heykelini bir araya getirseniz bir insan etmezler, çünkü hayatları yoktur, ruhları yoktur. Riya için, maddî menfaat için, desinler yahut demesinler için yapılan bütün ibâdetler bu guruba girer.
Şu var ki, salih âmel için, ruh yanında bedenin de ayrı bir önemi vardır. İhlas ile yapılan ibadetlerde, şekil şartı beden vazifesi görür.
Akşam namazının farzı üç rekattır ve bunun dört kılınması hâlinde, şekil yönünden, âmel batıl olur. O dört rekatlık namazın şekillendiğini, tecessüm ettiğini düşününüz; ona kimse akşam namazı demez. Aynı şekilde, ramazan orucunun şekil şartı, imsakla başlayıp, güneşin batışıyla son bulmasıdır. İmsaktan sonra başlayıp, yatsıya kadar devam eden bir açlığa “oruç” denmez. Şekil yönünden o, oruçtan başka bir şeydir. Demek ki, amellerde şekil şartı da önemle dikkate alınacak, Allah’ın razı olduğu tarz nasılsa âmeller ona uygun olarak yapılacaktır.
Şekil şartının yerine getirildiği ibadetlerde, kişi sorumluluktan kurtulabilir. Ancak o ibadetten alacağı feyz ve onunla kazanacağı manevî kemal, amelin ruhu olan ihlas nispetindedir.
Salih amel için Nur Külliyatı'nda yapılan çok önemli bir tarif şöyledir:
“İmana ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim a’mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir.” (Mesnevî-i Nuriye)
İnsanların maddî ve manevî hukuklarına tecavüz etmemek “Salih Âmel” tarifi içine girmiştir. İlk bakışta bunun, daha çok, takva mânâsına geldiği sanılırsa da takva ile salih amel arasında kuvvetli bir ilgi olduğu düşünüldüğünde, bu ifadelerin salih amel için de geçerli olduğu hemen anlaşılır. İnsanların ne maddî ne de manevî hukuklarına tecavüz etmeden geçen bir ömür, salih bir ömürdür.
Yalan söylememek takva, doğru söylemek salih ameldir. İbadet etmemeyi büyük bir suç görmek takva, ibadet etmek ise salih âmeldir.
İnsanlar Allah’ın kullarıdırlar. Onların haklarını çiğnemekten Hakkın razı olmadığı açıktır. Kâfire bile zulüm edilmesine Rabbimiz razı değildir. O hâlde, Hakk'ın kullarını incitmemek, onların gıybetlerini yapmamak, onlara iftirada bulunmamak, haset etmemek, canlarına, mallarına kıymamak Hakk'ın razı olduğu fiiller ve hâller olup, salih amelin tarifi içinde yer alırlar.
“Hukukullah” denilince, daha çok kişinin itikat ve ibadet hayatı anlaşılır. İtikadı yanlış olan bir insan, Hakk'ın hukukuna tecavüz etmiş olacağı gibi, inancına göre yaşamayan ve Hakk'ın emirlerine uymayan bir insan da hukukullaha riayet etmemiş olur.
Yaptığı isyanlarla başkalarına kötü örnek olmak ise, hem hukukullaha riayetsizliktir hem de kul hakkına tecavüzdür.”(Bir dostun kaleminden)
Buhâri, Müslim ve Ebu Davud, Hz. Ömer’den naklediyor:
“Âmeller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11)
Bu sözlerin, Allah Resûlü’nden şerefsüdûr olmasına, hicret sebep olduğu için, bu sözde ana tema hicrettir. Zira, rivayete göre İki Cihan Serveri bu sözü şu hâdiseye binaen ifade buyurmuşlardır:
Mekke’den Medine’ye herkes Allah için hicret ediyordu. Ancak ismini bilemediğimiz bir sahabi, sevdiği Ümmü Kays adındaki bir kadın için hicret etmişti.(Kastalanî, İrşadü’s-Sârî, 1/55) Şüphesiz bu zat bir mü’mindi ama, niyet ve düşüncesi davranışlarının önünde değildi...
O da bir muhacirdi ama, Ümmü Kays’ın muhaciriydi. Ancak Allah için katlanılabilecek bunca meşakkate o, bir kadın için katlanmıştı. İsim zikredilmeden, bu hâdise, Allah Resûlü’nün yukarıda zikrettiğimiz mübarek sözüne mevzu olmuştur. Sebebin husûsiyeti, hükmün umûmiyetine mâni değildir. Onun için bu hadîsin hükmü, umumidir, her işe ve herkese şâmildir.
Niyet
Evet, sadece hicret değil, bütün ameller niyete göredir. İnsan hicret etmek istediğinde niyeti, sadece Allah ve Resûlü (asm) olursa, bunun karşılığı olarak Allah ve Resûlü’nü bulur. Bu namazda da, oruçta da, zekatta da hep böyledir. Yukarıda zikrettiğimiz bir hadîste de ifade edildiği gibi, Allah’ın hakkını gözeten insan, Rabbini hep karşısında bulur. Bu buluş, O’nun rahmet, inayet ve keremi şeklinde olur. İnsan, bunları bulduğunda coşar, kendinden geçer ve secdeye kapanarak Rabbine yakınlığını arttırmaya çalışır... Ve Rabbine yaklaştıkça da bütün amellerine bu duygu, düşünce hakim olur. Bu hakimiyetin gölgesinde, her şeyin değişip başkalaştığı âleme geçtiğinde, yani kabirde, berzahta, haşirde, sıratta da yine Rabbini hep karşısında bulur. Şayet amelleri, onu Livâü’l-Hamd’e ulaştırabilirse, orada da İki Cihan Serveri (asm)’ne mülâki olur ve tasavvurlar üstü bir maiyyete erer.
Halbuki, niyeti Allah olmayan bir insan, bütün sa’y ü gayretine rağmen, eğer hicretten maksadı bir kadınsa, bütün o meşakkatler cismaniyete ait zevkler için çekilmiş ve bir manada katlandığı her şey hebâ olup gitmiş sayılır.
Hep cismaniyetini yaşayan, hep bedenî hayatla oturup kalkan, hiçbir zaman vicdan ve ruhunun sesine kulak asmayan bir insan, boşa oturup kalkacak, şurada-burada ömrünü beyhude tüketecek ama, kat’iyen hayatını Cenâb-ı Hakk’ın rızasına göre ayarlayan insanların elde ettiği neticeyi elde edemeyecektir. Zaten başka bir hadîslerinde de Efendimiz (asm):
“Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.”(Mecmeu’z-Zevâid, I/61,109)buyurmaktadır. Zira insan, ne kadar gayret ederse etsin, niyetindeki ameli yakalayamaz. Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmetidir ki, yapılan amelden ziyade, içteki niyete göre muamele etmektedir. Dolayısıyla, insanın niyetinin, ona kazandırdığı elbette yaptıklarından daha fazla olacaktır. Evet, işte bu yönüyle de mü’minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.
Mevzuyla alâkalı olması yönünden şu hadîs’e de dikkatinizi rica edeceğim. Efendimiz bir hadîslerinde şöyle buyurmaktadır:
“Dikkat edin! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o, kalbtir.” (Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 107; Müsned, IV/280).
İhlasınız olursa zemini bulup serptiğiniz bütün tohumlar hayattar olur. Başlangıçta rüşeymler gibi zayıf ve çelimsizdirler ama, zamanla salınan selviler haline gelirler. Ve siz, ötede onların gölgesinde yaşarsınız. Evet, onlar, sizin niyetlerinizin sıhhati ölçüsünde serpilir gelişir ve cennet meyveleri halinde karşınızda arz-ı endâm ederler.
Niyetle insanın âdet ve alışkanlıkları, birer ibadet hükmüne geçer. Akşam yatarken gece ibadetine niyetli olan bir insanın, uykudaki solukları dahi zikir yerine geçer. Zaten böyle olmasaydı, bu kadar az zamanda, bu kadar az amelle cennet nasıl kazanılırdı ki?.. Evet, eğer mü’mine ebedî bir hayat verilecekse, bu onun ebedî kulluk niyetine bahşedilmiş bir lütuf olacak ve dolayısıyla da ona ebedî cenneti kazandıracaktır. Diğer kutupda kâfir için de durum aynı şekildedir. Yani o da ebedî cehenneme müstehak, demektir.
Evet biz, niyetimizdeki ebedî kulluk düşüncesiyle cennete hak kazanıyoruz. Kâfir de niyetindeki ebedî nankörlük azmiyle. Evet, amellerin en küçüğünden bila-istisnâ, en büyüğüne kadar bütününe değer ve kıymet kazandıran ve âdeta onlara hayatiyet kazandıran ancak ve ancak niyettir.
Hatta, iyiliklerde sadece niyetin kazandırdığı çok şey vardır. Meselâ bir insan, bir haseneye niyet etse de onu yapamasa yine bir sevap alır. Eğer onu yaparsa, durumuna göre bazen on, bazen yüz, bazen de daha fazla sevap kazanır. Halbuki kötülükler, niyette kalsa günah yazılmaz, yapıldığı zaman da sadece bir günah yazılır.(bk. Buhari, Rikak, 31; Müslim, İman, 206-207) Elbette ki her kötülüğün günahı da kendi cinsinden bir cezayı gerektirir.
Hicret
Bu arada hadîste, hicrete ayrı bir ehemmiyet verildiği de gözden kaçırılmamalıdır. Gerçi husûsi mânâsıyla hicret bitmiştir. Zira Allah Resûlü:“Mekke fethinden sonra hicret yoktur.”(Buharî, Cihad, 1, Müslim, İmare, 85) buyurmaktadır. Fakat umûmi mânâsıyla hicret devam etmektedir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Çünkü, hicret, cihadla ikiz kardeştir, beraber doğmuşlardır ve beraber yaşayacaklardır. Cihadın kıyamete kadar devam edeceğini de bildiren yine bizzat Efendimiz (asm)’dir. O, bu mevzuda şöyle buyurmaktadır:
"Cihad kıyamet gününe kadar devam edecektir.”(Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid; 1/106)
Evet, anadan, babadan, yardan, yârandan ayrılıp, muhtaç bir gönüle, hak ve hakikatı anlatabilme uğruna memleketini terkedip, diyar diyar dolaşan her dâvâ adamı, her inanmış insan, hiç bitmeyen bir hicret salih dairesi içindedir ve bunun sevabını da mutlaka görecektir.
Diğer taraftan, Allah ve Resûlü (asm) yolunda yapılan hicrete lütfedilecek belli ve muayyen bir sevaptan bahsedilmemektedir. İhtimal ki bu türlü amellerin sevabı ötede birer sürpriz olarak verileceğine işaret içindir. Melekler bu ameli, aynıyla yazarlar; mükafatını da Cenâb-ı Hak, bizzat kendisi takdir buyurur.
Hadîsin başındaki اِنَّمَا hasr’ı ifade eder. Böylece mânâ; ancak ameller, niyetle amel haline gelir.. demek olur ki, bu da niyetsiz hiçbir ibadetin makbul olmadığı mânâsına gelir. Nitekim insan, niyetsiz bin rekat namaz kılsa, senelerce aç kalsa, malının hepsini sarfetse, hacca ait rükünlerin hepsini niyetsiz olarak ve haccı kasdetmeden yerine getirse, bu insan ne namaz kılmış, ne oruç tutmuş, ne zekât vermiş ne de hacca gitmiş olur. Demek ki bütün bu hareket ve davranışları ibadet haline getiren insanın niyetidir.
Günahlardan Hicret
Mevzua bir kere daha göz atacak olursak görürüz ki, Allah Resûlü (asm), evvela, niyet gibi şümullü bir mevzuyu üç kelime ile izah etmiş; ardından da hicret gibi, çok muhtevalı bir hususa iki üç cümleyle işarette bulunmuştur... Günahları terk etme mânâsına gelen hicretten başlayarak, kıyamete kadar cereyan edecek olan, hak yolundaki bütün hicretleri, bütün muhaceretleri, “sehl-i mümteni” bir üslupla hem de bir iki cümleye sıkıştırarak ifade etmek, ancak beyanı lâl ü güher o Zat’ın işi olabilir.
Şu hususu da açmak yararlı olacak; en büyük muhacir günahlardan uzaklaşan ve Allah sevgisinin dışında kalan bütün sevgileri kalbinden silip atandır.
Bir gün İbrahim b. Edhem, Rabbine şöyle dua eder:
“Ya Rabbi, Senin aşkına tutuldum. Senden gayrı her şeyi terk edip huzuruna geldim. Seni gördükten sonra, bakışlarım başka şey görmez oldu...”
O, tam bu dualarla dopdolu olduğu ve bu duanın mânevî atmosferi içinde bulunduğu bir sırada, Kâbe’nin kenarında oğlunu görür. Oğlu da onu görmüştür. Senelerin verdiği hasret, ikisini birbirine koşturur. Tam sarmaş dolaş olurlar ki, hâtiften bir ses gelir:“İbrahim, bir kalbte iki sevgi olmaz!”
İşte o zaman İbrahim ikinci çığlığı basar:
“Muhabbetine mani olanı al, Allah'ım!” Ve oğlu ayaklarının dibine yığılıvermiştir..."(Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, İbrâhim Ethem’in hayatı kısmı)
Rahmet-i İlâhîye Hicret
Günahlardan kaçıp Rabbin kapısını çalma, O’ndan af fermanı gelinceye dek, kapıdan ayrılmama, bu da bir hicrettir. Şu yakarış bunu ne güzel ifade eder:
“İlâhî, günahkâr kulun sana geldi.
Günahlarını itiraf edip sana yalvarıyor.
Eğer affedersen bu Senin şanındandır.
Eğer kovarsan, Senden başka kim merhamet edebilir.”
Daha önceleri işleyip durduğu günahları terkettikten sonra, bir daha aynı günaha dönmeyi, cehenneme girmekten daha ızdırap verici bulan bir insan, hep hakiki mânâda hicret yolundadır.
Helâl hudutlarının son sınır taşlarını, mayınlı bir tarla gibi görüp oralara yanaşmayan; eline, ayağına, gözüne, kulağına, ağzına, dudağına dikkat eden bir insan, ömrünün sonuna kadar hep hicret ediyor demektir. Bu insan, ister insanlar arasında bulunsun, isterse bir köşede uzlete çekilsin, mukaddes göç gönlünün derinliklerinde onun sadık yoldaşıdır. Ancak uzlette, hicretin ayrı bir buudu vardır. İnsan orada “Üns billah”a ulaşır ve İlâhî nefehatla serfiraz kılınır.
Ayrıca, hadîs-i şerif şu hususlara da delâlet, hiç olmazsa, îmâ ve işarette bulunmaktadır:
1) Niyet, amelin ruhudur; niyetsiz ameller ölü sayılır.
2) Niyet, hasenâtı seyyiâta, seyyiâtı da hasenâta çeviren nurlu ve sırlı bir iksirdir.
3) Amelin amel olması niyete bağlıdır; niyetsiz hicret, turistlik; cihad, bâğîlik; hac, aldatan bir seyahat; namaz, kültür fizik; oruç da bir perhizdir. Bu ibadetlerin, insanı cennetlere uçuran birer kanat haline gelmesi ancak niyet mülâhazasıyla mümkün olur.
4) Ebedî cennet, ebedî kulluk niyeti, ebedî cehennem de ebedî inkâr ve ebedî küfür kastının neticesidir.
5) İnsan niyeti sayesinde, çok küçük bir cehd ve az bir masrafla çok büyük ve çok kıymetli şeyler elde edebilir.
6) Niyet kredisini iyi kullanabilenler, onunla dünyalara talip olabilirler.
7) Dünya ve kadın, nimet olmaya müsait yaratıldıkları halde, o nimetlerin suistimâli veya onlarla olan münâsebetlerin dinî kıstaslara göre ayarlanamaması neticesinde, bu nimetler Allah ve Resûlü (asm)’nün hoşnutluğuna alternatif olabilir. Dolayısıyla da kazanç kuşağında insana her şeyi kaybettirebilirler...
İşte, bunlar ve bunlar gibi daha nice meseleler var ki, herbiri başlı başına birer kitap mevzûu olduğu halde, zerrede güneşi gösterebilen ve deryayı damlaya sıkıştırmaya muktedir olan bir Söz Sultanı’nın beyanında, bu koskoca muhtevayı ifade için üç-beş kelime yetmiştir.(Sorularla İslamiyet)
KONU İLE İLGİLİ BAZI AYETLER ŞÖYLEDİR:
“Kim âhiret sevabını isterse, onun sevabını arttırırız. Kim de dünya lezzetlerini İsterse ona da ondan veririz. Onun artık âhiretten hiçbir nasibi yoktur.” (Şura suresi, ayet: 20)
"Kim çabucak gelip geçen dünyayı dilerse, biz de orada ona dilediğimiz şeyi dilediğimiz kimse için vermekte acele ederiz; sonra da ona cehennemi hazırlarız. Yerilmiş ve kavulmuş olarak oraya girer. Her kim de mü'min olarak âhireti ister ve çalışmasını oraya uygun bir şekilde yaparsa, işte böylelerinin çalışmaları (Allah katında) mükafatlandırmaya değer bulunur." (İsra suresi, ayet: 18-19)
"Sadaka olarak sarf ettiğiniz her şey, sizin kendiniz içindir. Zaten siz, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için sarf edersiniz Sadaka olarak her ne sarf etmişseniz, haksızlığa uğratılmaksızın aynen size verilecektir." (Bakara suresi, ayet: 272)
"Bir sadakayı, yahut bir iyiliği, yahut ta insanlar arasını düzeltmeyi emredenlerin ki dışında, gizli gizli konuşup fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur. Her kim bunu sırf Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla yaparsa, ona büyük mükâfat vereceğiz." (Nisa suresi, ayet:114)
Ayetlerde görüldüğü gibi kardeşlerim kişi yapmış olduğu şey ne olursa olsun o ameli yaparken ki niyetine göre mutlaka karşılığında ya bir sevap, ya bir günah kazanır. Bu yaptığı iş bir fısıldaşma dahi olsa böyledir. İyilik için, iyilik niyetiyle yapılmadığında insana sevap, kötülük niyeti ile kötü bir şey için yapıldığında ise kişiye günah kazandırır.
İmam-ı Şafii Hazretleri bir beyanında: “İslamın yarısı bu Hadiste saklıdır” diye buyurur.
Birçok âlim, Sahabi de ayni noktada buluşurlar.
Günümüzde zaman zaman gündeme getireceğimiz, sık sık getirmemiz gereken bu Hadisi, önce nefsimizde yaşamalı, sonra yaşatmalıyız.
Yazımı, iki şiirimle bitireyim:
NEFİS
Çok çektim, yoruldam; nefsin elinden,
Feryâtla bağırdım, çıkmaz dilimden,
Kendime darıldım, vebâl belimden,
Tövbeye sarıldım, kendi kelimden.
BU NEFİS DEDİĞİN, ŞEYTAN’A UŞAK,
HARAMSA YEDİĞİN, HAYATIN TUZAK.
‘Nefsini Bilenler, Rabbini Bilir’,
Günahı silenler, kalkar dikilir,
Ağlayıp gülenler, hemen silkinir,
Bayramlar, şölenler, daim beklenir.
HEY NEFİS HADDİN BİL, KALK, KENDİNE GEL,
BU BİR MASAL DEĞİL, DEĞİLDİR ENGEL.
Güzellerden başlar, doğru olan yap,
Zaman içinde uslan, bir baltaya sap,
Minderlerde tuşlan, yenilgiyi kap,
Gerekirse puslan, verirsin hesap.
NEFSİNİ YENENLER, BÜYÜK PEHLİVAN,
DOĞRUYU DİYENLER, GÜLLERDE ELVAN.
KEMÂLİ değildir nefsine esir,
Kalemi çeğildir, paydada kesir,
Güzele meyildir, olur müessir,
Tevhid-i Temeldir, hep “Rabbiyessir”.
NEFİS BENDEN KAÇTI, NEREYE GİTTİ,
EDEP BÜYÜK TAÇTI, BAŞLAR EĞ İTTİ.
NEFİS HER ŞEYİ İSTER
Nefis her şeyi ister, dizginlemezsen eğer,
Ruhları iman besler, Cihad-ı Gayret değer,
Vecde gelirse hisler, anlatmak zordur meğer,
Kelâm-ı Kibar sesler, ata yakışır semer.
CENNET İSTEYEN NEFİS, CEHENNEM’İ İSTEMEZ,
ŞEYTAN’IN ŞERRİ NECİS, İYİ NİYET BESLEMEZ.
Nefse sordular bir gün, seni kim kurtaracak?
İsyan edersin her gün, sonun nasıl olacak?
Doğduğun var mı öğün, tabağın ne dolacak?
Aslında ağla, dövün, yüzün bir gün solacak.
İMTİHANI KAYBETTİ, PİŞMAN OLMADI YİNE,
SAYISI YOK AYBETTİ, CEZAYI ÇEKTİ SȊNE.
Nefsi bil Rabbını bil, kurtuluş reçetesi,
Cahil yanından çekil, üstünlük derecesi,
Şeytan’a karşı dikil, kirlenmez peçetesi,
Günah işlersen irkil, ne kalır terekesi.
NEFİS ZORLAR KENDİNİ, KARŞI KOYAN ER YİĞİT,
YIKAR İHLâS BENDİNİ, ÖLÜRKEN TERTEMİZ GİT.
KEMÂLİ nefs silkele, günahların dökülsün,
Vebâl yüklü bir bele, iki büklüm bükülsün,
Fırsatı verme ȇle, Bağ-ı Merâm sökülsün,
Hicrân-ı Mızrâp tele, âşık olanlar gülsün.
“NEFİS/ENE” KARDEŞ EŞ, ANADAN DOĞMADILAR,
ÇÖPLÜĞE ATILAN LEŞ, BİRBİRİN BULMADILAR.
|