YALNIZLIĞA TERK EDİLMİŞ KUTSAL BELDE: KUDÜS (BEYTÜ’L-MAKDİS) -MESCİD-İ AKSÂ
Eklenme: 24.07.2017 12:02
Dünyanın ve barışın baş belası İsrail, Siyon uşakları; son dönemde Kudüs'teki baskılarını arttırarak, Müslümanların Mescid-i Aksa'ya girişlerini engellemeye çalışıyor.
Sözüm ona Müslüman ülkelerin 'cılız' tepkilerinden cesaret alan İsrail'in uzun yıllardan bu yana sürdürdüğü politikaların temel hedefi ise, Kudüs'ün statüsünü değiştirmek ve bu bölgelerde kalıcı olmak. Vatikanla birlikte,Dünyayı buradan yönetmek.
İsrail’in geçen hafta Mescid-i Aksa’da 3 Filistinliyi şehit etmesi ve ertesi günü 1967 yılından bugüne, ilk defa Aksa’da Cuma namazının kılınmasına izin vermemesi, Filistin’deki gerilimi bir kez daha artırdı. Filistin Müftüsü Muhammed Hüseyin’in çağrısı ile Cuma günü Aksa’ya gitmeye çalışan Filistinliler Müslümanların kutsal beldesinin kapılarını tutan İsrail güçleri tarafından engellendi ve yüz binlerce Müslüman Kudüs sokaklarında namaz kılmak zorunda kaldı.
İsrail'in gerçek hedefi, anlaşıldı.‘Güvenlik’ gerekçesiyle bölgede önlem aldığını açıklayan İsrail; uzun yıllardır Aksa’yı bölmeye ve Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye çalışan İsrail yönetimi, Aksa’nın girişine yine ‘güvenlik’ gerekçesi ile metal detektörler yerleştirdi. Böylece uzun zamandan beri Aksa’ya girişleri engellemeye çalışan İsrail, bu durumu resmileştirdi.
İsrail askerleri, Mescid-i Aksa için toplanan Filistinlilere saldırdı.
İsrail askerleri, Mescid-i Aksa için toplanan Filistinlilere saldırdı.
İsrail’in bu uygulamalarına tepki gösteren yüz binlerce Filistinli, Aksa’ya yürüdü ve İsrail’in baskılarını protesto etti. En son dün yatsı namazı için Aksa’ya giriş izni vermeyen işgalci İsrail güçleri, yatsı namazını dışarıda kıldıran Mescid-i Aksa Hatibi Şeyh Sabri’yi plastik mermilerle vurarak yaraladı. İsrail’in saldırısı sonucu yüze yakın Filistinli sivil yaralandı.
Son 1 haftada artan İsrail baskısı ve ihlalleri, Filistin’de yeni bir mesele değil. İsrail’in baskıcı ve işgalci politikaları bütün bölgeyi etkileyen bir sorun olarak uzun yıllardır karşımızda duruyor.
Gerçekte; ‘Filistin’ değil ‘İsrail sorunu' var.
Uzun yıllardan bu yana uluslararası toplumun gündeminde yer alan ve çözümü için uğraşılan bir ‘Filistin Sorunu’ndan bahsedilir… Filistin sorunu olarak kavramsallaştırılan bu sorun, Filistin topraklarında yaşanan çatışmaları, Yahudi göçünü, İsrail devletinin kurulması ve sonrasındaki dönemde ortaya çıkan süreci ifade eder. Bu da bize ‘Filistin sorunu’ olarak ifade edilen kavramın aslında bir ‘İsrail sorunu’ olduğunu gösteriyor…
Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması için çalıştı.
Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl’in öncülük ettiği ve 1897 yılında resmileşen Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurulması hedefi ile başlayıp bugüne kadar uzanan sürecin adıdır. Bu yüzden bugün tartışılan sorunu ‘Filistin sorunu’ olarak görmek veya böylesi bir tartışmaya indirgemek en büyük yanlışlıklardan biri olarak önümüze çıkmaktadır.
Asırlardan beri; TÜKENMEYEN HÜZNÜMÜZ: KUDÜS VE MESCİD-İ AKSÂ, bugünlerde kanı durmaz bir yara haline geldi. Diyanet İşleri Başkanlııı tarafından Yurt içi ve dışındaki bütün camilerimizde yayınlanan ilgili hutbe, hüznümüze, kanayan yaramıza tuz/biber oldu, neşter gibi gönüllerimizde büyük acılar meydana getirdi.
“Bizi yalnız bıraktınız!..” diye dünyaya, islam âlemine haykıran filistinlilerin haklı çırpınışları, Müslümanlar için Mahşere taşınacak ağır bir yük haline geldi.
Tarihi kaynak ve bilgilere göre; Theodor Herzl’in öncülüğünde Basel’de toplanan ‘Birinci Siyonist Kongresi’nde alınan kararlarla Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması fikri: Filistin’de yaşayan ailelere ait topraklarının satın alınarak yurt açılması.
Avrupa’da yaşayan Yahudilerin bu fikir çerçevesinde Filistin’e göç etmelerinin sağlanması.
Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasının vaat edilmesi.Yahudi göçmenler ile Filistinliler arasında çatışmaların yaşanması ve Filistinlilerin topraklarından çıkarılması. Peel Komisyonu raporu ile Filistin topraklarının bölünmesi fikrinin önerilmesi. Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen 181 nolu karar ile Filistin topraklarının bölünmesinin kabul edilmesi.Filistin topraklarında bir İsrail devletinin kurulması.İsrail’in kurulduktan sonra Filistin ‘de işgal ettiği toprakları genişletmesi ve günümüzde de yeni yerleşim yerleri inşa ederek bunu sürdürmesi gibi ana maddeler üzerinde yoğunlaştı.
1967’den bu yana Doğu Kudüs’ü işgal eden ve adım adım Aksa üzerinde denetim kurmaya çalışan İsrail’e karşı 50 yıldır geleneksel olarak devam eden ‘kınama’ mesajları bir kez daha Müslüman ülkeler tarafından yayınlandı.
İsrail’in kurulduğu günden bu yana Filistin’de yaşananlar bütün Müslüman ülkelerin gündeminde yer alıyor. Nitekim İsrail’in kurulduğu 1948 yılında Arap ülkeleri ile İsrail arasında savaş yaşanmış ve bu dönemde Kudüs İsrail tarafından işgal edilmiştir. Benzer savaşlar 1967 ve 1973’te de yaşanmıştır. Bu dönemlerde ABD başta olmak üzere birçok Batılı ülke tarafından desteklenen İsrail, Arap ülkelerini yenilgiye uğrattığı gibi Doğu Kudüs’ü de fiili olarak işgal etti.
Nitekim yaşanan savaşların sonucunda güçlü bir Arap ülkesinin olmadığı da ortaya çıktı. 1973 sonrası dönem Müslüman ülkelerin Filistin’e olan ilgisinin de zayıflamaya başladığı dönemin başlangıcı olmuştur. Nitekim bundan sonraki dönemde Arap ülkeleri ulusal çıkarlarını merkeze alan politikalar izlemeye başladı. Bu döneme kadar Filistin meselesi ile yakından ilgilenen Mısır, 1979’da Camp David Anlaşması ile İsrail’i tanıdı. Bu durum Arap ülkelerinin tepkisini çekse de gerçeği değiştirmedi.
1967 savaşının ardından İsrail, Doğu Kudüs’ü işgal ederken, Batı Kudüs ise Ürdün’ün egemenliğinde kaldı. Ürdün’ün de o dönemden itibaren Filistin politikasının değiştiği görülüyor. 1967 işgalinden sonra Ürdün'e bağlı Mescid-i Aksa Vakfı 2000 yılına kadar Harem-i Şerif'in yönetiminde tek söz sahibi oldu. Ürdün’ün Filistin ile ilgili yaklaşımı ise Kudüs ve Aksa ile sınırlı kaldı.
Buna rağmen Ürdün, Kudüs'ü korumakta başarısız oldu. 2000 yılında İsrail Başbakanı Şaron'un yanındaki askerlerle birlikte Mescid-i Aksa'ya gitmesi ve postalları ile Aksa'nın içine girmesi sonrası bölgede tansiyon artmış ve II. İntifada meydana gelmiştir. Nitekim Ürdün'ün başarısızlığı bununla da sınırlı kalmamış ve İsrail yönetimi, 2000'li yıllarda Kudüs'teki etkisini artırmaya başlamıştır.
Suudi Arabistan, İsrail’ın bağımsızlığına karşı çıkan ülkelerin başında gelmektedir. Özellikle 1964’te Kral olan Faysal, Filistin davası ile yakından ilgilenmiş ve İsrail’ine karşı direnişe destek vermeye çalışmıştır. Özellikle 1967 yılında yaşanan Arap-İsrail Savaşı ile 1969 yılında Mescid-i Aksa’nın kundaklanması ve bir süre namazlara kapatılmasından sonra Fas Kralı Hasan ile Suud Kralı Faysal’ın ortak çağrısıyla Rabat’ta toplanan Müslüman ülkeler birlikte hareket etmek için ortak noktada buluştu. Kral Faysal’ın da etkisi ile İslam İşbirliği Teşkilatı’nın temelleri atıldı ve 1969 yılında kuruldu.
Suudi Arabistan Kralı Faysal, Mısır Devlet Başkanı Nasır ve Filistin lideri Arafat ile birlikte Suudi Arabistan Kralı Faysal, Mısır Devlet Başkanı Nasır ve Filistin lideri Arafat ile birlikte Faysal’ın etkisi ve çabası ile kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kurulmasındaki en önemli neden de Kudüs ve Filistin davasıydı. Nitekim İsrail işgaline karşı İslam dünyasını uyaran Kral Faysal’da "Kardeşlerim! Neyi bekliyorsunuz? Uluslararası vicdan denen şeyi mi bekliyorsunuz? Hani neredeymiş o? " ifadelerini kullanarak İslam ülkelerinin birlik olmasını istemiştir. Faysal, Mısır ile İsrail arasında 1973’te yaşanan savaşta da Mısır’a büyük destek vermiş ve Batılı ülkelerin İsrail yanlısı politikalarına sert tepki göstermiştir. Bu dönemde Batılı ülkelerin politikasına karşı olan duruşunu bir adım ileri götüren Faysal, Batıya petrol ambargosu uygulamıştır.
Müslüman ülkelerin birlikte hareket edememesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluş felsefesinden uzak bir görüntü çizmesi İsrail’in elini güçlendiren bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Faysal’ın bu adımı özellikle Avrupa ülkelerini zora soktu. Petrol ambargosu uluslararası alanda büyük etkiler doğurdu. Faysal’ın petrol ambargosu 1974 yılında büyük bir ekonomik krizin de patlak vermesinde önemli bir rol üstlendi. Ancak Faysal’ın bir yıl sonra yeğeni tarafından öldürülmesinden sonra Suudi Arabistan’ın Filistin politikası da değişmeye başladı. Suudi Arabistan, İsrail’in politikalarına ve işgaline karşı çıkmayı sürdürse de etkin bir rol üstlenemedi.
Diğer Müslüman ülkelerin politikası ise bu ülkelerin bile gerisinde kaldı. Müslüman ülkelerin birlikte hareket edememesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluş felsefesinden uzak bir görüntü çizmesi İsrail’in elini güçlendiren bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Hem Müslüman ülkeler hem de İslam İşbirliği Teşkilatı, İsrail’in işgali ve saldırıları karşısında etkin bir karşı duruş sergileyememekte ve yaşanan saldırıları sadece ‘kınamakla’ yetinmektedir.
Son dönemde Filistin ile ilgili farklı bir politika izleyen bir diğer ülke ise Türkiye. 2000’li yıllara kadar zaman zaman Filistin’e destek verse de etkin bir rol üstlenmekten uzak görünen Türkiye, 2000’li yıllarda Filistin ile yakın ilişkiler kurmaya başlamıştır. İsrail’in yeni yerleşim yerleri inşa etmesine karşı çıkan ve İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargonun kaldırılmasını yüksek sesle dile getiren Türkiye’nin konumu bölge halkının da takdirini kazandı.
90 bin Filistinli Kudüs'te ayrılan duvarların ardında yaşıyor.
Ancak gerek Türkiye’nin bölgesinde karşı karşıya kaldığı diğer sorunlar gerekse de imkan ve kapasitesinin sınırlı olması istediği etkinliği göstermesinin önünde bir engel olarak durmaktadır. Bunun ortaya çıkmasındaki bir diğer neden ise Müslüman ülkelerin ortak hareket edememesinden kaynaklanıyor. Türkiye ile birlikte Filistin’e ve Kudüs’e en büyük desteği veren bir diğer ülke ise Katar. Katar’ın ve Türkiye'nin desteği büyük bir önem arz etse de dönüştürücü bir etkisi yok.
Filistin’deki sorunun bir diğer önemli nedeni ise Filistin’deki ayrışma. El-Fetih ve Hamas arasındaki güç mücadelesi ve görüş ayrılıkları Filistinlilerin, İsrail karşısındaki etkinliklerini zayıflatmaktadır. Bu durum, İsrail’in bölgede elini rahatlatırken, Filistin’in kaybına yol açmaktadır.
Tüm bunların bir sonucu olarak Filistin’de devam eden işgal ve baskı karşısında İslam dünyası etkin bir rol üstlenmiyor. Kudüs’ün Müslüman ülkeler için sembol olma durumu son dönemde gittikçe sloganlaşıyor.
‘Kudüs’ün yanında yer alma’ fikrinin sloganlaştırılması ve gerçek anlamından uzaklaştırılmış olması Müslüman dünyası için büyük bir sorun oluşturuyor.
Bu durum Müslüman ülkelerin İsrail saldırılarına tepkisini de etkilemekte ve tepkinin ‘kınama’ mesajları ile geçiştirilmesine yol açmaktadır. Kudüs’ün yalnızlaştırılması ise en fazla İsrail’i cesaretlendiriyor.
Bugün Ortadoğu’da ve Filistin’de var olan gerçek sorun, İsrail’in saldırganlığını sürdüren politikaları. Müslümanları hedef alan saldırıları, yeni yerleşim birimlerinin inşası, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın statüsünü değiştirme ve ‘ilhak’ etme hedefi, İsrail’i bölgede bir sorun olarak öne çıkartıyor. İsrail’in kalıcı bir barış için 1967 sınırlarına geri dönmesi ve Filistinlilere vatanlarında özgürce yaşama imkânını sağlaması gerekiyor. Müslüman dünyasının ise bunun sağlanabilmesi için birlik içerisinde hareket ederek, gittikçe büyüyen İsrail baskılarının önlenmesi için uluslararası toplumu harekete geçirmesi gerekiyor. ( Yeni Şafak Gazetesinden İsmail Özcan’ın makalesinden faydalanılmıştır.)
“Bir şehir düşünün; nice peygamberin tevhid mücadelesine ev sahipliği yapmış. Bir şehir düşünün; üç semavi dinin kıblesi olmuş. Bir şehir düşünün; ismiyle ve çevresiyle mukaddes ve mübarek kılınmış. Sözünü ettiğimiz bu şehir, Kudüs’tür; Kuts-i Şerif’tir. Diğer adıyla Beytü’l-Makdis’tir. Binlerce yıldır birçok medeniyete beşiklik yapan, bir cazibe merkezi olan Kudüs ve çevresinde Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Süleyman ve Hz. İsa gibi nice peygamberler yaşamıştır. İslam’ın ilk kıblegâhı, Peygamberimiz (s.a.s)’in İsrâ ve Mîrac tecrübesini yaşadığı Mescid-i Aksâ da Kudüs’tedir. Allah Rasulü, bu yüzden Beytü’l-Makdis ile gönül bağımızın olmasını istemiştir. Oradan umre yapmayı bizlere tavsiye etmiş!
Kudüs, Hz. Ömer’in fethiyle huzura kavuşmuştur. Özellikle Osmanlı devrinde Müslümanlar, insaflı ve adaletli bir yönetim sergileyerek farklı inanç mensuplarının canına, malına ve din özgürlüğüne herhangi bir müdahalede bulunmamışlardır. Hatta Gayr-i Müslimler, aralarındaki anlaşmazlıkların çözümünde İslam’ın adaletine sığınmışlardır. Dinimizin engin hoşgörüsünün, kuşatıcı ve kucaklayıcı anlayışının en açık tezahürü, Halil Kapısı’nın iç duvarında bulunan kitabedir. Ecdadımız, “Lâ ilâhe illallah, İbrâhim Halîlullah” yani “Allah’tan başka ilah yoktur; İbrahim, Allah’ın dostudur.” yazarak bütün semavi din mensuplarının peygamber kabul ettikleri Hz. İbrahim’in adını Kudüs’ün surlarına nakşetmiştir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki tarihte Darü’s-selam, yani barış ve huzurun merkezi olan Kudüs uzun zamandır mahzundur. İlk kıblegâhımız Mescid-i Aksâ yaralıdır. Kudüs, bugün her türlü tecavüze maruz kalarak barışın kenti olmaktan çoktan çıkmıştır. Her bir köşesinde insanlığın ortak izlerini, hatırasını barındıran kadim şehir, huzura hasrettir. Peygamberler diyarında her geçen gün müminlerin birliği, beraberliği, en kutsal değerleri hedef alınmaktadır. Masum insanlar acımasızca katledilmektedir. Müslümanların kendi camilerinde ibadet etmeleri zalimce ve barbarca engellenmektedir. 1967 yılından beri Mescid-i Aksâ’da ilk kez geçen hafta Cuma namazı kılınamamıştır. Unutulmamalıdır ki; bir mabedi ibadete kapatmanın hiçbir hukuki gerekçesi, hiçbir dini dayanağı, hiçbir insani yönü olamaz. İnsanları mabetlerden alıkoyanlar, oraları tarumar edenler hakkında Yüce Rabbimizin şu hükmü son derece açıktır: “Allah’ın mescitlerinde Allah’ın adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara ancak korkarak girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.”
Coğrafyamız büyük acılar yaşarken Mescid-i Aksâ ve çevresinde olup bitenler, sağduyu sahibi her insanı endişeye sevk etmiştir. Bizler inanıyoruz ki; peygamberleri bağrında barındıran bu mübarek topraklarda bir an önce işgal sona erecek; sağduyu, itidal ve barış hâkim olacaktır.
Müslümanların kalbi, insanlığın ortak değeri olan Kudüs’te akl-ı selimin devreye girmesi en büyük temennimizdir. Şu bir gerçektir ki; Müslümanlar olarak tarihimizde bizi mahcup edecek hak ihlalleri, zulüm, vahşet gibi insanlık dışı uygulamalar yoktur. Ancak bugün kardeşlerimizin maruz kaldığı tüm felaketler, zulümler ve mağduriyetlerden alacağımız dersler vardır. Bir an önce ümmet bilinciyle iman kardeşliğimizi pekiştirmeliyiz. Birbirimizin saygınlığını, haklarını ve kazanımlarını korumalıyız. İslam ümmetinin yeniden aziz bir ümmet olması için her birimiz olanca gücümüzle çalışmalıyız.
Bizler, millet olarak tarih boyunca Kudüs ve Mescidi Aksâ ile olan gönül bağımızı hiçbir zaman koparmadık, koparamayız. Bu bilinçle bu Cuma vaktinde Rabbimize el açıp şöyle niyaz ediyoruz: Allah’ım! Kudüs’teki ve yeryüzündeki bütün mazlum kardeşlerimizin acısını yüreğimizde hissettir! Bizi basiretsizlerden, ferasetsizlerden, vicdansızlardan, zalimlerden yana eyleme! Allah’ım! Mescid-i Aksâ’yı ve İslam beldelerini işgale yeltenenlere fırsat verme! Müslüman kardeşlerimize içinde bulundukları zor durumdan bir an evvel kurtulmaları için yardım eyle! Bizlere yeniden aziz bir ümmet olarak adaleti ayakta tutmayı nasip eyle! Şu mübarek Cuma günü hürmetine dualarımızı kabul eyle Allah’ım! (21 Temmuz 2017 Diyanet Cuma hutbesi)
Ağustos 2012 tarihinde basılan Türkiye ve Dünyanın en uzun On Şiir Oratoryosu içinde yer alan FİLİSTİN KAN AĞLIYOR oratoryomuz, bugünlerde sahneye konulmalı, Millȋ Ruh galeyana getirilmelidir.
Yazımı, bu oratoryodan alınan bir şiirimle bitireyim.
YALNIZ KALACAK!
KADEH KALKTI, ŞEREFSİZCE ŞEREFE,
FİLİSTİN İŞGALDE, KUDÜS KAN AĞLIYOR.
İNTİFADA MÜSLİM; COŞUP, ÇAĞLIYOR,
CAMİLERDE MAHZUN; MİNBER, ŞEREFE.
DERSİNİ ALDI İBLİSLER, YALNIZ KALACAK!
İSRAİL “PLANLI BİR SUÇ” İŞLEDİ,
“CADI KAZANI”NDA ELMA DİŞLEDİ,
DÜNYANIN ÖNÜNDE KENDİN FİŞLEDİ,
ZULÜMLERİ BİR DAHA AFİŞLEDİ,
YALNIZ KALDI YAHUDİLER, YALNIZ KALACAK!
DUYUN SESİMİZİ, EY ÇARESİZLER,
KAN AKAR BEDENLERDEN, YARA SIZLAR,
YARALARI SARACAK, ÇARE SİZLER,
ÖKSÜZ KALDI, AĞLAR, ANALAR, KIZLAR,
YAHUDİYİ KORKU SALDI, YALNIZ KALACAK!
GAZZE’DE ZULÜM VAR, BİR YANDA DUMAN,
CİHADI BİLMEZSEK HALİMİZ YAMAN,
KURTULUŞ AKABE, ÇOK ÇETİN, AMAN,
TARİHLER YAZACAK, UTANDI ZAMAN,
SINIFTA KALDI, ÇAN ÇALDI,YALNIZ KALACAK!
PAPAZLAR, HAMAMLAR, HAMAMBAŞI,
ALDATMASIN SAKIN MÜNKİRİN YAŞI,
SAPANLAR ATARLAR TANKLARA TAŞI,
ŞEHİT BACILARIN ZÜLÜFLE, KAŞI,
YAHUDİ ÜMİDİ FALDI, YALNIZ KALACAK!
KEMÂL FİLİSTİN’E AĞITLAR YAZAR,
GÜN GELİR, GÜN OLUR GİDİLİR HAZAR,
ZALİMLER, ELİYLE MEZARIN KAZAR,
SAVAŞTA MÜCAHİT ALMASIN NAZAR,
KUDÜS’TE HER YAVRU ZÂLDI, YİĞİT KALACAK!
|