ALLAH’A VERDİĞİ SÖZE SADIK MÜMİNLER İÇİN BİR ÂBİDE: CAFER-İ TAYYAR (CAFER B
Eklenme: 07.11.2016 13:06
Çeşitli kaynak ve belgelerden aldığım özel notlarla, düşünen beyinlere birşeylerd vermek istiyorum. İbretli, hikmetli, ders verici, düşündürücü ve dünyanın boş kuruntularından kurtulmak için bazı değerler.
“Cafer-i Tayyar (Cafer Bin Ebi Talib )(r.a) 588 yılında Mekke’de doğdu Hz. Peygamber(sav)’in amcası Ebû Tâlib’in oğludur. Hz.Ali (ra)’nin dört kardeşinden biridir. Hazreti Cafer(ra), Hazreti Abbas(ra)’ın eğitimi altında yaşadı. Künyesi Ebû Abdullah, lâkabı Tayyar ve Zülcenâheyn’dir.
Bir gün Resûlullah(sav) Hz.Ali(ra)’yle beraber namaz kılarken kardeşi Cafer bunu gördü, merak etti. Daha sonra Hz.Ali(ra)’yi buldu ve yaptıkları hareketin ne olduğunu sordu. Hz.Ali(ra)’de bunun Cenâb-ı Hakk’a karşı yapılan bir ibadet olduğunu söyledi. İslamiyet hakkında açıklamada bulundu. Bu sözler Cafer’in çok hoşuna gitti ve hemen orada Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Ardından hanımı Esma binti Üveysi’de Müslüman olmuştur.
Diğer Müslümanlar gibi, Hz. Câfer(ra)’de müşriklerin akıl almaz eza ve cefalarıyla karşılaştı, ancak O, imanından taviz vermedi.
Zulüm görüp Habeşistan’a hicret eden 92 kişinin içinde Cafer(ra) ve hanımı Esma binti Üveysi’de vardı. Hz.Cafer(ra) Habeşistan muhacirlerinin emiri idi. Habeşistan’da eşi Esma’dan oğlu Abdullah dünyaya geldi. Abdullah Habeş topraklarında doğan ilk Müslüman çocuktur.
Kureyş müşrikleri, muhacirleri Habeşistan’dan geri çevirmek üzere Abdullah b. Ebi Rabia ile Amr b. el-As’ı değerli hediyelerle Habeşistan’a gönderdiler. Elçiler Habeş Necaşisi nezdinde Müslümanları kötüleyince, Câfer b. Ebi Talib(ra) müslümanların temsilcisi olarak konuştu. Tarihi konuşmayı ilgili kaynaklardan aktarayım: “ Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması, Resûl-i Ekrem’in hayatını, gayesini, mesajını, risaletini özetleyen bir konuşmaydı. Afrika’nın ve insanlığın kararmış idrakini aydınlatan bir konuşmaydı. Necaşi’yi kavmiyle birlikte Muhammed Mustafa (s.a.s)’e ümmet kılan bir konuşmaydı.
Henüz 25 yaşında bir delikanlı olan Cafer, Necaşi’nin huzuruna çıktı ve şu sözleriyle Müslümanların iade edilmesini istedi: “Ey Hükümdar! Bizden aklı ermeyen bazı gençler, senin ülkene sığındılar. Onlar, atalarının dinini terk ettiler. Senin dinine de girmediler. Bizim de sizin de bilmediğiniz yeni bir din icat ettiler. Onların babaları, amcaları, yakın akrabaları, onları geri yollaman için bizi sana elçi olarak gönderdi. Onlar, bu kimselerin kusurlarını ve kabahatlerini sizden daha iyi bilirler.”
Necaşi, Amr’ı dinledikten sonra, kendisine sığınan müminleri de dinlemeye karar vermişti. Onları huzuruna çağırdı. Cafer ve arkadaşları, içeri girerken gelenekte olduğu üzere kralın huzurunda secdeye kapanmamışlardı. Necaşi, bunun sebebini sorduğunda, “Biz, Allah’tan başka kimsenin önünde secde etmeyiz.” diyerek cevap verdi Cafer. Afrika kıtası, bu sözü ilk defa onun ağzından duymuştu. Cafer, sözlerine şöyle devam etti: “Ey hükümdar! Biz, cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan, taştan yapılmış putlara tapardık. Kendiliğinden ölmüş murdar hayvanları yerdik. Helal-haram nedir bilmezdik. Kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. İnsanlık dışı bütün kötülükleri işlerdik. Akrabamızla ilgilenmezdik. Komşuluk hakkı diye bir hak tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız, zayıf olanlarımızı ezerdi. Zenginlerimiz, fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak ve hukuka riayet etmezdik.
Biz bu haldeyken Allah Teâlâ, bizim içimizden asil, doğru, emin, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini Peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a imana davet etti. Yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi öğretti. Emanete riayet etmeyi öğretti. Akrabayla iyi geçinmeyi öğretti. Komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi haram kıldı. Yalancı şahitlik yapmaktan, yetim malına el uzatmaktan men etti. Namuslu kadınlara iftira atmayı yasakladı. Biz de onu doğruladık, “amenna ve saddekna” dedik. Allah’tan ona gelenlere tâbi olduk. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Sadece Allah’a ibadet ettik. O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık.
Halkımız bu sebeple bize düşman oldu. Bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamızı istediler. Dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinden senin ülkene sığındık. Senin adaletine geldik. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna can attık. Ey Hükümdar! Biz senin yurdunda hiçbir kötülüğe maruz kalmayacağımızı umut ediyoruz.”
Ve müşriklere üç soru sordu, cevabını istedi:
1) Biz Kureyş’in köleleri miyiz?
2) Mekke’de bir cinayet mi işledik ki, zorla iade edilmemizi istiyorlar?
3) Mekke’de mal gasbettik de, üzerimizde başkalarının hakları mı vardır?
Kureyş elçileri bütün bu sorulara olumsuz cevap verdiler. Ancak, puta tapmayı bırakıp İslâm dinine girmelerinin suç olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine Necaşi, Cafer(ra)’e İslâm dini ile ilgili sorular sordu.
Hz. Cafer(ra), İslâm’ın getirdiği iman, ahlâk ve fazilet esaslarından söz etti. Necaşî’nin isteği üzerine Meryem Suresi’nin baş tarafından okumaya başladı. Tatlı duygulu bir sesi vardı, Ankebut ve Rûm surelerini de okudu. Bu sırada Necaşî’nin gözlerinden yaşlar akıyordu. İstek devam edince, Hz Câfer(ra) Kehf sûresini okudu. Necaşî, kendisini tutamayarak “Vallahi, bu aynı kandilden fışkıran bir nurdur ki, Musa’da, İsa’da aynı mesajla gelmiştir.” dedi.
Hz. Muhammed(sav)’in bir peygamber olduğuna kanaat getirdi. Bunu açıkladı ve Müslümanları himaye etti.
Yedi yıl sonra tekrar Medine’ye döndüler. O sıralar Hayber feth edilmişti, Peygamberimiz(sav) bilhassa Hz. Cafer(ra)’in döndüğüne çok sevindi. Onu kucakladı, bağrına bastı, alnından öptü ve sevincini şöyle izhar etti:
“Ben hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber’in fethine mi, yoksa Cafer’in gelişine mi?”
Cafer bin Ebu Talip(ra) beliğ bir hatip, takva, tevazu, ilim sahibi, iyilik sever, korku bilmeyen cesaret sahibi, aynı zamanda fakirlikten korkmayacak kadar da cömert biriydi. Fazilet ve güzelliğin en yükseği onda toplanmıştır, zira Peygamber Efendimiz(sav)’e ahlakça ve vücutça en çok benzeyen sahabi Hz.Cafer (ra) idi. O’nun, Peygamberimiz(sav)’in yanında apayrı bir yeri vardı. Peygamberimiz Hz.Cafer için “fakirlerin babası” derdi.
Hz. Cafer(ra), “Ya Allah yolunda büyük bir zafer kazanıp Allah’ın dinine yardım ederim, veya Allah yolunda şehit düşerim“ diyerek ikinci komutan olarak 629 yılında üç bin askerle katıldığı Mute harbinde sayı ve teçhizat bakımından kendilerinden çok üstün olan Rum imparatorluğunun ordusuyla harb ederken 41 yaşında şehid oldu.
Mübarek bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası vardı. Peygamberimiz(sav) Hazreti Cafer(ra)’in şehadet haberini verdiğinde vefakar hanımın feryatları göklere yükseldi. Allah’ın Rasülü(sav) efendimizin de gözleri yaşlarla doldu. Hüzünle evden çıkıp, etrafındakilere şunları söyledi:
-”Cafer ailesine yemek yapmayı ihmal etmeyin. Çünkü onlar kendi acı derdleriyle meşguller.”
Hz. Cafer(ra)’in savaş meydanında iki kolunun da kesilmesi üzerine, şehadetinden sonra Rasûlullah(sav) ona Cennet’te iki kanat takıldığını haber vererek şöyle buyurmuştur:”Cafer’i, Cennet’te meleklerle birlikte uçarken gördüm.”
Bundan sonra, kuş gibi kanatlanıp Cennet’te uçtuğu hadisle sabit olan Cafer(ra)’e “çok uçan Cafer” anlamında “Câfer-i Tayyâr” lakabı verilmiştir.
“Mümin/Kâfir/Münafık” tâbirleri önemlidir, iyi bilinmelidir.
Allah'a, Hz. Peygamber'e ve O'nun haber verdiği şeylere yürekten inanıp, kabul ve tasdik eden kimseye mümin denir. Müminler âhirette cennete girecekler, orada pek çok nimetlere kavuşacaklardır. Günahkâr müminler, suçları ölçüsünde âhirette cezalandırılsalar da sonunda cennete konulacaklardır. Müminlerin ebedî cennetlik olacağına dair Kur'an'da pek çok âyet vardır.
İslâm dininin temel prensiplerine inanmayan, Hz. Peygamber'in yüce Allah'tan getirdiği kesin olan ve tevâtür yoluyla bize kadar ulaşmış bulunan esaslardan (zarûrât-ı dîniyye) bir veya birkaçını yahut da tamamını inkâr eden kimseye kâfir denir. Meselâ namazın farz, şarabın haram oluşunu inkâr eden, meleklerin ve cinlerin varlığını kabul etmeyen kimse kâfirdir.
Kâfir sözlükte "örten" anlamına gelmektedir. Gerçek ve doğru inancı örttüğü, yanlışşeylere inandığı için böyle kimselere kâfir denmiştir. Bir insan kâfir olarak ölürse ebedî cehennemde kalacaktır. Bu konudaki âyetlerden birinde şöyle buyurulmuştur: "(Âyetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlara gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir. Onlar ebediyen o lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır" (el-Bakara 2/161-162).
Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve onun, Allah'tan getirdiklerini kabul ettiklerini söyleyerek, müslümanlar gibi yaşadıkları halde, kalpten inanmayan kimselere münafık denir. Münafıkların içi başka dışı başkadır. Sözü özüne uygun değildir. Bir âyette şöyle buyurulur: "İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah'a ve âhiret gününe inandık’ derler" (el-Bakara 2/8). Münafıkların gerçekte kâfir oldukları bir başka âyette şöyle ifade edilir: "Onların Allah yolundan sapmalarının sebebi, önce iman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar" (el-Münâfikun 63/3).
Münafıklar İslâm toplumu için açık kâfirden daha tehlikelidirler. Çünkü onlar dıştan Müslümanmış gibi gözüktüklerinden tanınmaları mümkün değildir; içten içe Müslüman toplumun huzur ve düzenini bozar, kuzu postuna bürünerek dikkatsiz ve bilgisiz Müslümanları yanlış yönlere sürüklerler. Peygamberimiz vahiyle kimlerin münafık olduğunu bilir, bu sebeple de onlara önemli görevler vermezdi. Hz. Peygamber'den sonra insanlar için böyle bir bilgi kaynağı (vahiy) söz konusu olmadığından ve Müslüman olduğunu söyleyenlerin iç dünyasını araştırmak da doğru olmadığından münafık, dünyada Müslüman gibi işlem görür. Onun cezası Ahirete kalmıştır. Bir âyette açıklandığı üzere cehennemin en alt tabakasında münafıklar bulunur:
"Şüphe yok ki münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar (derk-i esfel). Artık onlara asla bir yardımcı da bulamazsın" (en-Nisâ 4/145).
Cafer-i Tayyar (Cafer Bin Ebi Talib )(r.a) gibi âbide şahsiyetlere muhtacız. Yeni nesiller içinde böylelerini bekliyoruz.
|