:: YAZI

Eklenme: 30.05.2016 14:06 


GÜL DİKENİ:ELAZİZ / ELAZIĞ
Elâzȋz , Elazığ , Harput ,
Lisân-ı Hal Mânada Tut ,
Âziz , Mukaddes , Emânet ,
Zalim Olanlara Lânet ,
İz Ara , Etme İhânet ,
Zâr-ı Hicrândır Selamet.
İlhan Yardımcı ( KEMALİ )
( 28.05.2016 Cumartesi )

ELÂZȊZ’DE KÖK SALAN KÜLTÜR/SANAT ŞÖLENİ: “HAZAR ŞİİR AKŞAMLARI”

Tarihi bilgi ve belgelere göre ELAZIĞ/ELÂZȊZ/HARPUT; “Doğu Anadolu da Tarihi Harput Kalesinin bulundugu tepenin eteğinde kurulmus bir sehirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan sehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ ın yerlesim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir.
Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput'un en eski sakinleri M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu'ya yerleşen Hurrilerdir. Yine tarihi kayıtlara göre Hurrilerden sonra bölgenin Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz. Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu'da devlet kuran Urartular Harput'ta uzun süre hüküm sürmüştür. Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır. Kale'de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 9. Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, 4000 yıllık bir maziye sahiptir. Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçe'si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır.
Harput'un tarihini derinliğine incelediğimizde, M.S. 1. asırdan 3. asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz. Ancak Romalıları Anadolu'dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda bir takım eller değiştirdiği de bilinmektedir. Bununla beraber, Miladi 3. asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır. Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve zaman zaman Sasanilerin, zaman zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput'ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7. asrin ortalarına rastlar. Ancak Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak'ı ele geçiren Arapların 7. asrin ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz. Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10. asrin ortalarına kadar devam etmiştir. Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de Harput'ta etkin bir ize rastlanmamıştır. Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur.
Harput'un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. asra rastlar. Bizanslıların İslam alemine karsı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur. Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput'u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak "Harpote" diye geçmektedir. Aslında Harput bölgesi de "Mesopotamia" olarak adlandırılmaktadır. Harput'ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. asrin sonuna kadar devam etmiştir.
Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra, 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır. Harput'un ilk Türk hakimi Çubuk Bey'dir. Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir Hükümet kurmuştur. Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire "Çubukoğulları Devri" denir. Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır.
Harput'un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukogulları devrinden sonra Harput'ta "Artukoğulları Devri" baslar. 12. asrin ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir. Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu'ya gelip yerleşmelerinden sonradır ki bir kolda Harput'a gelmiştir. Bunlara bu sebeple "Harput Artukluları" denmektedir.
Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ'da anılan Belek (Balak) Gazi'nin Harput'un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir. (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi'nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır.) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür. Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur. (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi'nin asil isminin "Belek Gazi" olduğunu ifade etmektedirler.)
Balakgazi'den sonra 1185 yılına kadar Harput'ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Karaaslan'ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput'ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır.
1234 yılında Harput'ta Artık Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur. Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde " Arap Baba Camii "ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır.
Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14. asırda Harput'ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğulları'nın hüküm sürdüklerini görüyoruz. Uzun sürmeyen Dulkadiroğluları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından raptedilmiş ve 40 yil kadar Akkoyunlular'ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlular'dan sonra 1507 yılında Harput, Sah İsmail'in idaresine geçmiştir. 1516 yılında Çaldıran muharebesi'nden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.
Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. 1530 tarihli bir kayda göre Harput'ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı. Kamus-ül-a'lam'a göre ise 19. Asrin sonlarında Harput'ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve 90 hamam bulunmakta idi.
Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terkedilmiş ve yerini bugünkü Elazığ'a bırakmıştır. Bugünkü Elazığ, II. Mahmut zamanında, 1834 yılında sark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Pasa zamanında halk arasında " Mezra " denilen şimdiki yerine kurulmaya başlanmıştır. Ayni yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput'tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde Harput'un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunmaması rol oynamıştır.
Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline gelmiştir. 1875'de Müstakil Mutasarrıflık, 1879'da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921'de bu iki sancakta Elazığ'dan ayrılmıştır. Sultan Addulaziz'in tahta çıkısının 5. yılında Hacı Ahmet İzzet Pasa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında "Mamurat ül -Aziz" adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca "EL ÂZİZ" olarak söylenegelmiştir. Atatürk'ün 1937 yılında şehire teşrifleri sırasında "Azık İli" anlamına gelen "ELAZIK" adı verilmiş, bu isim daha sonra "ELAZIĞ"a dönüşmüştür.
Elazığ, turizm potansiyeli yüksek olan bir ilimizdir. Târihî eserleri, tabiî güzellikleri ve zengin folkloruyla turisti çeken özelliklere sâhiptir.Harput Kalesi: Coğrafî durum bakımından târih boyunca önemli bir kale olarak kendinden bahsettirmiştir.
Elazığ, turizm potansiyeli yüksek olan bir ilimizdir. Tarihi eserleri, tabii güzellikleri ve zengin folkloruyla turisti çeken özelliklere sahiptir.
Gezerek görmek nasip olan bazı Tarihi yerler şöyle:
Harput Kalesi: Coğrafi durum bakımından tarih boyunca önemli bir kale olarak kendinden bahsettirmiştir. Yalçın kaya üzerine inşa edilmiş olan kalenin iç kısmında birçok yapı kalıntıları mevcuttur. İç kale ve dış sur olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Dış surlar tamamen yıkılmış, sadece Harput’a girişte bazı kalıntıları zamanımıza gelmiştir. “Süt Kalesi” diye adlandırılan iç kale, muhasarası çok güç olan bir kaledir. Roma, Bizans ve Arapların Harput Kalesini ele geçirdikleri tarihi belgelerde mevcuttur. Yalnız bu devrelere ait izler kalede görülmemektedir. Kale duvarlarının örme tekniğinden, Osmanlılar devrinde de onarım görmüş olduğu anlaşılır. Kaleye ait onarım kitabelerinden bazıları Harput Müzesinde bulunmaktadır. Doğu Torosların yalçın kayalıkları üzerine kurulmuştur. Araplar Hısn-ı Ziyad (Ziyad Kalesi), Bizanslılar (Ziata), Türkler ise Harput Kalesi demişlerdir.
Palu Kalesi: asurilerden kalma çivi yazısıyla yazılmış dev bir kitabesi vardır. Tamamen yıkılmıştır.
Ahmed Bey Camii: Harput’a dağ kapısından girişte ilk görülen camidir. Yıkık olan caminin mihrabı ve minaresinin kaide kısmı mevcuttur. Kesme taşlardan yapılmış olan mihrap sadedir. Minare kuzeyde camiye bitişik, fakat camiden tamamen ayrı olarak inşa edilmiştir. Osmanlı devrinin ilk sancak beylerinden Ahmed Bey tarafından yaptırılmıştır. İlk Osmanlı devri eseri olması bakımından önemlidir.
Ağa Camii: Harput’a girişte solda yer almaktadır. Dikdörtgen planlı cami tamamen yıkılmasına rağmen ince işçilik gösteren taş minaresi ayakta durmaktadır. Osmanlı devri yapısı olan bu cami, müzedeki kitabesine göre, 1559 yılında Pervane Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Alacalı Mescit: Eski Harput’un Kayabaşı mevkiinde bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı yapının üzeri düz dam ile örtülüdür. Mihrap, kesme taştan sade olarak yapılmış ve mihrap içi atalaktitlerle süslenmiştir. Kalın gövdeli minare, iki renkli taşla örülmüştür. İlk inşası Artuklulara ait olan bu mescit, 19. yüzyılda onarım görmüştür. Ahşap tavanı bu onarım sırasında yapılmıştır. Minaresi, şerefeye kadar bir sıra beyaz bir sıra karataşlardan yapılmış, şerefeden yukarısı karalı-beyazlı taşlarla dama şeklinde örülmüştür.
Kurşunlu Camii: Eskiden etrafında bulunan medreseler tamamen yıkılmıştır. Bugün park olarak kullanılan bahçesindeki asırlık çınar, eski eser niteliğini taşımaktadır. Caminin harim kısmı kare planlı olup, kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş tromplarla sağlanmaktadır. Kubbe kasnağında 4 pencere vardır. Mihrap kesme taştan örülmüş, sade bir iniş halindedir. Harim kapısı yonca yaprağı şeklinde bir kemere sahiptir. Bu tip kemer bölgede sevilen bir özelliktir. Son cemaat mahalli revaklı olup, orta kısmı beşik tonozlu, kenarlar ise kubbelidir. Kubbeler kurşunla kaplıdır. Minare son cemaat mahalline bitişik olarak yapılmış olmasına rağmen tamamen müstakildir. Kare kaide kısmından sekizgen ve sağır nişli gövde altına, oradan da oldukça uzun yuvarlak gövdeye geçilir. Kapı üzerinde iki kitabesi mevcuttur. Bir tanesi oldukça harapdır. İkinci kitabe ise kapı kemeri üzerinde bulunmakta ve üzerinde 1153 H. tarihi okunmaktadır. Cami içinde abanoz ağacından yapılmış, san’at değeri büyük olan bir minber vardır. Bu minber aslında Ulu Camiye aittir. Ulu Cami onarılırken buraya getirilmiştir.
Sâra Hatun Camii: Kare planlı caminin orta kısmının üzeri, dört kalın sütuna dayanan kubbe ile kenarları ise tonozla örtülüdür. Kubbe, tonozları örten çatı ortasından çok az yükselmektedir. Mihrap sade bir niş halindedir. Minberi ise Harput taş işçiliğini göstermesi bakımından önemlidir. Son cemaat mahalli ile harim kısmı arasında bulunan minarenin merdiven kısımları koyu renk taştan, diğer kısımları ise beyaz renk taştan örülmüştür.Minarenin 1898 yılında yaptırıldığı kitabesinden anlaşılmaktadır. Caminin ilk kısımlarında san’at değeri olan yazılar vardır. Sara Hatun Camiinin Akkoyunlu Hükümdarı Bahadır Han (Uzun Hasan) ın annesi Sara Hatun tarafından yaptırılmış olduğu söylenir. Fakat daha sonraki devirlerde yapılmış olan birçok onarım, onun ilk inşa tipini tamamen bozmuştur. Kıble duvarının sol tarafındaki kitabede 1585 (H. 993) yılında Hacı Mustafa tarafından onarıldığından bahsedilir. 1843 yılında da Harput müftüsü Hacı Ahmed tarafından bugünkü durumuna getirilmiştir.
UluCami: Harput’un en önemli ve en eski yapısıdır. Dikdörtgen planlı, duvarları moloz taştan; kubbe, kemerler ve minare tuğladan yapılmıştır. İki kapısı mevcuttur. Sara Hatun Camiinin doğusunda, kaleye hakim bir yerdedir. Cami, harim kısmı, son cemaat mahalli ve avlu olmak üzere üç bölümden meydana gelmektedir. Minare bugünkü giriş kapısının hemen arkasında kare kaide üzerinde yükselir. Kalın eğri gövdesi değişik tuğla tezyinatlıdır. Artukoğulları yapısı olan bu cami Anadolu’nun en eski camileri arasındadır. Avludaki kitabesine göre 1556-1557 senesinde Artukoğlu Fahreddin Karaarslan tarafından inşa ettirilmiştir. Tuğla işçiliğinin çok güzel bir örneğini veren minaresi eğri oluşu bakımından dikkat çekicidir.
Yusuf Ziya Paşa Camii: Keban’ın önemli bir tarihi eseridir. Yusuf Ziya Paşa yaptırmıştır. Osmanlıların son dönem mimarisi ve süslemelerinin çok güzel bir örneğidir. Hicri 1210’da yapılmıştır. Bir san’at eseri olan kubbesi 4 sütun üzerine oturtulmuştur. Mihrap ve mimberde oyma taş süslemeler kullanılmıştır. İki kapısı oyularak süslenmiş tahtalardan yapılmıştır. Keban’ın en büyük camisidir. Minaresi kesme taştandır.
Murad Baba Türbesi: Ağa Camii yanında bulunan bu türbe altıgen planlı ve üzeri basık bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır.Osmanlı devri yapısı olan bu türbe oldukça harap durumdadır.”
Tarih içinde özel bir yeri bulunan ELÂZİZ (ELAZIĞ)’da kök salan “23. HAZAR ŞİİR AKŞAMLARI” Şölenine Valilik Makamı davetiyle, ben ve talebem Hüsümettin Soylu da katıldı.
Ali Şir Nevâȋ hatırasına düzenlenen, 25 MAYIS-29 Mayıs tarihleri arasında yapılan şölene Yurt İçi ve Yurt dışından 32 şair katıldı.
Vali Murat Zorluoğlu’nun: “DİL BAYRAĞIMIZ TÜRKÇE”, Belediye Başkanı Mücahit yanılmazı’ın: “ŞEHRE ŞİİR DÜŞTÜ!”, Fırat Üniversitesi rektörü Kutbeddin Demirdağ’ın: “Bir coğrafyayı kendimiz yapmak istiyorsak, milletle toprak arasında müşterek bağlar kurmalıyız. Kendimizi tanımak adına kültürün tekrarlanması, canlandırılması ve korunması çok önemlidir.”, İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk’ün: “ 1992 yılında başlatılan, 2012 yılında 20.si gerçekleştirilen Uluslararası Hazar Şiir Akşamları Türk Dünyası eidebiyat çevrelerinin yakından tanıdığı Uluslararası bir faaliyettir.” Benm not edebildiğim önemli satır başlarıdır.
Ağızlarda “Ananın sütü” olarak vasıflandırılan Türkçe şiirler, insanlara uzanan sonsuz bir dil olarak gönüllerdeki yerini aldı.
Katılımcıların karşılanması,Şairlerin okuyucularla buluşması, imza günü, Elazığ fotoğrafları sergisi, tanışma toplantısı ve sinevizyon gösterisi, “23. Yılında Edebiyat Dünyamızda Hazar Şiir Akşamlarının Yeri” konulu panel, Şairler yürüyüşü, Açılış töreni, Köprübaşı Programı, Gruplar halinde ilçelerin gezisi ve salonlarda şiir okumalar,“Ali Şir Nevâi ve Türkçe” paneli, Tüm şairlerin katılımayla ŞİİR GECESİ, Harput, Keban Gezisi ve uğurlama ile programlar sona erdi.
Vali, Yardımcıları,Belediye, İlçe Kaymakamlıkları, Sivil toplum teşkilatları, Ticaret ve Sanayi Odası, Dernekler, Tertip komitesi, Milli Eğitim teşkilatı, Okul Müdürleri ve öğretmenler, İdareciler, bize tahsis edilen vasıtaların şoförleri, görevliler, konakladığımız İlbey Oteli Personeli ve Elazığ Halkı’nın sıcak/samimi/yapıcı ilgileri, gönülerde bir iz olarak kaldı.
Final Gecesinde okuduğum şiirimi, gönülde yer alan dostlara, şölen görevlilerine ve Elazığ Halkına, herkese armağan etmek istiyorum:

HÂZER / HAZAR
(23. HAZAR ŞİİR AKŞAMLARI...)
HÂZER, yanında HAZAR, savaşı utandırır,
Şükür bilmeyen azar, herkesi dolandırır,
Nefsine çukur kazar, suları bulandırır,
İbretle edin nazar, gafletten uyandırır,
Kalemler bunu yazar, ağyârı usandırır.
HÂZER’İM YÜZDE PERDE , HAZARDA ÇALKALANIR,
MEHMET DAİM SİPERDE, ŞÜHEDÂ HALKALANIR.

Hâzer etse bir insan, Hazar seher yelinde,
Zaaflar olur nisyân, günah yüklü belinde,
Şöhret isterse isyan, neler kalır elinde,
Tövbe kapısı pişman, Mızrâb/ı Aşk telinde,
Menfaat oldu şişman, bentler yıkan selinde.
HÂZERLERİ UNUTTUK, HAZAR DÜNYADA HAZAR,
KARANLIK YOLLAR TUTTUK, TARİH NELERİ YAZAR?

Dünya neden kangölü, Hazar hüzünle bekler,
Nerede Vahdet kolu, nerde ulvȋ emekler,
Bırakın Sağı/Solu, süt bekliyor bebekler,
Aşk ile Tevhit dolu, rahat vermez şebekler,
Bekliyor Anadolu, Hazar-ı Kelebekler.
MAZLȖMLAR KAN AĞLIYOR, ZALİM ELİNDE KIRBAÇ,
YAĞLI URGAN BAĞLIYOR, HAZAR OLMAZ İSE, KAÇ.

Bir Hazar verin bana, nehirler O’na akar,
Yunuslar gelsin hana, Mecnûnlar çölden bakar,
Kir / pas girmesin kana, sevgi tahtına çıkar,
Daima Hak’tan yana, zalimin surlar yıkar,
Katılın siz kervana, sevdâya güller takar.
LAFTA DEĞİL HAZARLAR, DİRİLİŞ MÜJDESİ VAR,
ŞAİR İLE YAZARLAR, ELAZIĞ’DA BU DİYAR.

Harput Yurdumda köşe, Hazarbaba, Mastar dağ,
Fahreddin Karaaslan, Ulucamide bak sağ,
EL AZİZ isme yaslan, Sancaklı’da büyük bağ,
Ulucamide uslan, Balakgazi’de otağ,
Tarih bilmezsen paslan, başlıyor yeni bir çağ.
HARPUT KALEDE SANCAK, SARA HATUN’DA FERMÂN,
HAKKA UYARIZ ANCAK, İMANLAR OLUR DERMÂN.

KEMÂLİ burda hazır, şiirin akşamları,
Önce nefsini kazır, terk eder aksamları,
Hazar’a oldu nâzır, korkutur tamtamları,
Bu kalem, hemde satır, savaşın yamyamları,
Anlamaz merkep, katır, Hazardaki şanları.
SELAM OLSUN VATANA, MİLLET’E KELÂM OLSUN,
ŞEHİT OLUP YATANA, DUALAR/RAHMET DOLSUN.
İRTİBAT TEL: 0535 477 73 90

  Yorum gönder
 
Diğer yazılar

* ASRIMIZIN BÜYÜK HASTALIĞI ÇIPLAKLIK...
* HASTALAR RİSALESİ HASTALIKLA BARIŞMAYA VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİR
* BİR DAMLA VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
* ŞİKÂYET VE KARAMSARLIK SONSUZU...
* ŞİKAYET!..
* AK PARTİ NEREYE GİDİYOR?...
* ANARŞİ VE TERÖRDEN KURTULMAMIZ “HUCURAT SURESİ” İLKELERİNDE YER ALIYOR
* ERMENİ CEMAATİ VE KÜRT BİLİNEN ERMENİLER
* İBRETLİK BİR HİKÂYE
* ERMENİ CEMAATİ VE KÜRT BİLİNEN ERMENİLER


Tüm Yazılar

 
© 2006 - 2024 İlhan YARDIMCI
Tasarım & Yazılım Sinan Eldem