DEVLET İÇİNDE “DEVLET”: PARALEL YAPI
Eklenme: 30.10.2015 10:27
“17 Aralık 2013'te ne oldu?” sorusuna, taraflı medyadan alınan şu ifadelerle cevap verelim:
“17 Aralık 2013 sabahı, Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatıyla, birçok kişinin gözaltına alındığı büyük bir operasyon başlatıldı.
25 Aralık'ta bu kez başka bir operasyon başladı.
Savcı Muammer Akkaş tarafından yürütülen soruşturmada 96 kişiye yöneltilen suçlamalar arasında 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' bulunuyordu.
Savcı Akkaş, birçok iş adamının da aralarında bulunduğu 41 kişilik gözaltı listesi hazırladı, mahkemeden bazı iş adamlarının malvarlığına el koyma kararı çıkarttı.
17 Aralık'tan hemen bir gün sonra emniyetin çeşitli kademelerinde görev değişiklikleri başladı. 18 Aralık'ta, aralarında operasyonu gerçekleştirenlerin de bulunduğu beş şube müdürü görevden alındı.
19 Aralık'ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkez valiliğine atandı.
20 Aralık'ta Emniyet'teki görevden almalar yayıldı.
6 Ocak'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde gece yarısı büyük çapta görev değişikliği yapıldı. 350 polisin yeri değiştirildi. 8 Ocak'ta bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ile 15 ilin Emniyet müdürleri görevden alındı.
24 ile de yeni Emniyet müdürü atandı. 22 Ocak'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde 470 amir, müdür yardımcısı ve memurun görev yeri değiştirildi.
Bu tarihten sonra da görev değişiklikleri devam etti. 17 Aralık'tan sonra yaklaşık 6 bin Emniyet mensubunun yerinin değiştirildiği tahmin ediliyor.
25 Aralık soruşturması dosyası ise, 26 Aralık'ta Savcı Muammer Akkaş'tan alındı.
Adliye önünde yazılı basın açıklaması dağıtan Akkaş, "Soruşturma yapmam engellenmiştir" dedi. Başsavcı Turan Çolakkadı, bir basın toplantısı ile Savcı Akkaş'ı soruşturmanın gizliliğini ihlâl etmekle suçladı.
Çolakkadı'nın ardından HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu), oy çokluğu ile bir bildiri yayımladı ve soruşturmayı bir üst birime bildirmeyi mecbur kılan yeni Adli Kolluk Yönetmeliği'nin, davaların önünü tıkayacağını ve Anayasa'ya aykırı olduğunu savundu.
16 Ocak'ta İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı dahil, 19 savcı ve bir hâkimin yeri değişti.
Muammer Akkaş ise Tekirdağ'a atandı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yaklaşık 11 ay süren incelemenin ardından, 17 Ekim 2014'te dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi.
Son olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Birimi savcılarından Ekrem Aydıner tarafından yürütülen soruşturmanın kararında 'soruşturma kapsamında usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı' belirtildi.
2 Eylül 2014'te, 25 Aralık soruşturmasıyla ilgili takipsizlik kararı verildi.
Bilal Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu 96 şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığı belirtildi.
Kararda '96 şüpheli hakkında, örgüt kurmak ve örgüt üyesi olmak suçlarından kovuşturmaya yer olmadığı' ifade edildi.
Ayrıca kararda, soruşturmayı hazırlayanların 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmakla' suçlanması dikkat çekti.
Savcılar, '25 Aralık soruşturmasının hukuki bir soruşturma görünümü altında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren ortadan kaldırmaya ve engellemeye yönelik bir teşebbüs' olduğunu belirtti.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, başlatılan soruşturmayı hükümeti ve ekonomiyi hedef alan siyasi bir operasyon olarak yorumladı.
Hem Erdoğan hem de AKP hükümetinin önemli isimlerinin yaptığı açıklamalarda operasyonun Gülen Cemaati tarafından yürütüldüğü belirtildi.
Soruşturmanın ardından aralarında Erdoğan ve bazı bakanlar dahil birçok hükümet yetkilisine, bürokrata ve iş adamına ait olduğu iddia edilen ses kayıtları internet ortamında yayınlandı.”
Bir de, yine taraflı bir yazarın makalesine göz atalım:
“Pek çok insan, uzun süre malûm Cemaatin ve başındakilerin iyi niyetine inandı, güvendi, hayır hizmetlerine destek verdi, önlerini açtı, yurtiçi ve yurtdışındaki girişimlerini destekledi. Gün gelip bu yapının içinden bir canavarın, masum hayırseverlerin omzuna basarak yükselen bir ihanet şebekesinin çıkacağına, devletin kilit mevkilerine sızıp, Türkiye’nin yükselişinden rahatsız olan uluslararası güçlerle iş tutacağına, İsrail, Amerikan Neoconları ve Alman derin devletiyle işbirliği, güçbirliği ve ağızbirliği edeceğine, emniyet ve yargı üzerinden hükümet darbesine teşebbüs edeceğine, kendisini kurtarmak için Türkiye’yi ateşe atmaktan çekinmeyeceğine hemen hiç kimse ihtimal vermemişti. 7 Şubat 2012’den bu yana, özellikle de bundan tam 1 yıl önce yaşanan 17 Aralık kırılmasından bu yana yaşadığımız süreç, ne yazık ki, böyle bir süreç. MİT Müsteşarını sorguya çağırmalar, usulsüz telefon dinlemeler, montaj kasetler, devletin sağır odasındaki gizli toplantıyı dinleyip ifşa etmeler, birtakım davalarda sahte delil icat etmeler, soru çalıp yandaşlara vererek sınavlara hile karıştırmalar, birbiriyle alakasız yolsuzluk dosyalarını birleştirip büyük çaplı bir operasyona dönüştürmeler, MİT tırlarını durdurup namluların gölgesinde aramalar, “Dönemin Başbakanı” şeklinde fezlekeler hazırlayıp Bakanları Emniyet koridorlarına taşımaktan sözetmeler, adliye önünde bildiri dağıtmalar, Washington, Londra, Berlin ve Tel-Aviv’deki belirli merkezlerle ağız birliği etmeler… Sayılamayacak kadar fecaat..
Bütün bu fecaatin din adamlığıyla da, eğitim ve hayra hizmetle de, Âhiret’te hesap verme bilinciyle de, yolsuzlukla mücadele gayretiyle de izahı mümkün değil. Bu olsa olsa, siyasi sorumluluk almadan devleti yönetme ihtirasıyla, yıllardır yapılan bir “devleti ele geçirme” planının icraata konmasıyla, sadece kendini “hak” bilip ötekilerin tümünü “bâtıl” sayan bir egoizm ve benmerkezcilikle izah edilebilir. Alternatif bir izah, kendi perspektifinden “dünyayı fethedeyim” derken iyi geçinmek zorunda kalınan ve giderek dizginlerin tamamen kaptırıldığı dünyanın ağababalarının baskı ve şantajlarına boyun eğmek, onlar ne emrederse yapmak zorunda kalmak olabilir.
İhtimaldir ki, Türkiye’nin giderek güçlenmesinden, bölgesel bir aktör haline gelmesinden, iç ve dış politikasını başkalarından talimat almadan belirleyebilir hale gelmesinden, “One Minute”ten, Mavi Marmara’dan rahatsız olan güçlerle grup çıkarları uğruna girilmiş olan içli-dışlı ilişkilerin bir faturası vardır. Borcunu sıfırlayıp IMF’yi kovmuş, BM Güvenlik Konseyi’ni ve AB’yi eleştiren, "Dünya beşten büyüktür" diyen, savunma sanayisinde dışa bağımlılığı azaltan Türkiye'den hazzetmeyen, ülkemizin köprüler, havalimanları, duble yollar, hızlı trenler ve nükleer santrallerle gerçekten de bağımsız bir bölgesel ve küresel aktör olarak sivrilmeye başlamasından hiç de hoşnut olmayan dış odakların ödetmek istediği bir bedel vardır. Bu bedel, yükselen Türkiye’ye ve Türkiye’nin yakın tarihinin en karizmatik, cesur ve kararlı lideri Erdoğan’a diz çöktürme operasyonuna taşeronluk yapmak olarak önlerine konmuş olabilir. 30 Mart seçimlerinin sonuçları “kafayı toparlamak” için bir fırsat olabilirdi, olmadı; 10 Ağustos seçimlerinin sonucu esaslı bir özeleştiri fırsatı olarak değerlendirilebilirdi, yapılmadı. Her defasında küstah ve kibirli bir dille bu işin hakkından gelineceği, başlanmış operasyonun bitirileceği ima edildi. Ya siyasi hırs aklın, mantığın, iz’anın ve sağduyunun o kadar önüne geçmiş ki, girilen yolun bir çıkmaz sokak olduğu görülemiyor, bu yolda gitmenin intihar demek olduğuna ihtimal dahi verilmiyor; ya da dizginler birilerinin eline o kadar kaptırılmış ki, zaten irade kendi ellerinde değil.”
O tarihten bugüne kadar köprülerin altından çok sular aktı/geçti. Neler yazılmadı ki?... ne oyun, senaryolar hazırlanıp, uygulanmak istenilmedi ki?
PKK ve onun temsilcisi HDP’nin memleketi kan gölü haline getiren hain planları el altından, APO’nun (Artin Agopyan) dierektifleriyle uygulanmak istenildi. Her gün şehit cenazeleri geldi, Suruç ve Ankara Gar patlamaları Cumhuriyet tarihinin en büyük bombalı saldırıları halinde Tarihte yer aldı. İstikrar bozuldu, huzur kaçtı, Vatan kaos içinde çalkalandı durdu.
6 Haziran genel seçimlerinde iktidar çıkmadı, çeşitli odakların baskı ve akıl hocalıkları yüzünden koalisyon da olmadı, yeniden seçime gidilme kararı alındı.
Evet; herkes, çeşitli kafalardan, kalemlerden, ağızlardan çok çeşitli görüş, düşünce, fikir, ideal, ideolojik mesajlar çıkabilir. “Demokrasi” dedikleri, olmayan bir demokraside birileri için bu normal olabilir. Menfaate dayanmayan, ser/dürüst inançla, kafa ve iman yapısıyla birileri çok şeyler söyleyebilir. Önemli olan Hakka dayanan aklın bir olacağı hakikat ve haktır. Gerisi fasa/fiso ve çelik/çomaktan ibârettir.
ANKARA CUMHURİYET BAŞ SAVCILIĞI TARAFINDAN HAZIRLANAN/YÜRÜTÜLEN FETÖ(FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ) İLE İLGİLİ İDDİANÂMEDE ŞUNLAR YER ALDI:
ÖRGÜTÜN DENETİMİ ALTINDA:
1306 DERSHANE, 111 OKUMA SALONU, 985 ÖZEL OKUL, 1321 DERSHANE, 97 VAKIF, 17 ÜNİVERSİTE, 127 ŞİRKET,
833 YURT, 45 YAYIN ORGANI, 35 SENDİKA,7 SİVİL TOPLUM KURULUŞU, 3 SİGORTA ŞİRKETİ, BİR BANKA, 4 GENÇLİK MERKEZİ, 10 KREŞ, 2 SOSYAL TESİS BULUNUYOR. Bunlar bilinen, bilinmeyen ve sabanın altında olanlar hariç..
Sağ duyu, akıl/izan ve adaletle düşünün ve karar verin. Bir cemaat bu seviyeye nasıl geldi, getirildi ve kimler getirdi? San ki Devlet içinde Devlet gibi...
Müslümanların, inananların, hizmet/gayret/cihat etmek isteyenlerin ve tüyü bitmemiş yavruların da payı bulunan bu müesseseler kime hizmet etti, neticede ne oldu?
Yazımı bir şiirimle bitirmek istiyorum:
“PARALEL YAPI”
İbret alınmayan tarih,
Tekerrür ederken, durun.
Arama burada talih,
Allah için hesap sorun.
DİN ADINA NELER GÖRDÜK.
İNANÇTA MALI GÖTÜRDÜK.
“Paralel Yapı” bir çete,
Dış güdümlü bir reçete,
Silip atılan peçete,
Mantık sığmıyor pakete.
CEMAATLER ŞAŞTI KALDI,
ONLARA YARDIM AZALDI.
‘Fürûat’ olan reçete,
Pensilvanya’da yazıldı.
Masonlukta derecede,
Yeni bir mühür kazıldı.
DEVLET BUNA ÖRGÜT DEDİ,
SONRA ‘HAŞHAŞİ’ EKLEDİ.
Altında var bir ibâdet,
Ortasında tam ticaret,
Tepesinde hâr ihânet,
Bunlar değil bir kehânet.
CUMHUR BAŞININ TESPİTİ,
İSÂBETLİ BU TERKİBİ.
Aynen böyle; kandırdılar,
Bilmeden dolandırdılar,
Zihinler bulandırdılar,
Sonunda uyandırdılar.
ALLAH, PEYGAMBER DEDİLER,
MÜSLÜMAN MALI YEDİLER.
Davulun sesi uzaktan,
Zurnanın sesi yakından,
“Sam Amca”nığn kucaktan,
Emir geliyor şaşkından,
“KIRIN/DÖKÜN VE ÖLDÜRÜN”.
TÜRK MİLLETİNİ BÖLDÜRÜN.
Yuvalarına girildi,
Kanun pençeye verildi,
Beddua etti gerildi,
Şâibe öne serildi.
TAKKE DÜŞTÜ, KEL GÖRÜNDÜ,
CEMAAT YASA BÜRÜNDÜ.
Acırım o hocayı,
“Sonsuz Nur” dedi, yazdı,
Buldu Mason locayı,
Arkadan hançerle kazdı.
KİTAPLARI ÇÖPTE BULDUM,
ÜZÜLDÜM, HAYRETTE KALDIM.
Hesâp görülür Mȋzân’da,
Defter dürülür Mȋzân’da,
Duvar örülür Mȋzân’da,
Zehir sürülür Mȋzân’da.
OLMADI, KALMADI EFENDİ,
DÜNYA SERVETİ KEFENDİ.
Dileriz Mevlâ affeder,
İhânet ölümden beter,
Bir ömür böylece biter,
Ruhlar makama gider.
“İBÂDET/TİCARET?HIYANET”,
TÖVBE KAPISINDADIR NEDÂMET.
Kimler kaldı bak yanında,
Kara yazı erkânında,
Leke, kir, şöhret, şanında,
Azrail bekler canında.
VATANINA GEL TÖVBE ET,
MEZARINA TÖVBEKÂR GİT.
KEMÂLİ böyle yazarsın,
Daha fazla da azarsın,
Hâinlere hep kızarsın,
Dalgalanan bir nazarsın.
BU DÜNYA KİMSEYE KALMAZ,
HOCA BU KADAR ALÇALMAZ.
|