:: YAZI

Eklenme: 21.10.2013 13:59 


Perdelerin aralandığı, tabûların yıkıldığı bir zaman dilimi içindeyiz.
Tanzimat'tan beri uyutulan,uyuyan,uyamaya devam eden Müslüman, gelişmelerin farkında bile değil.. Okumuyor, kendini yenilemiyor, okuduklarını hayata tatbik etmiyor, düşmanlara karşı iyi örnek olmuyor.
Sahipsiz kalan din için her kafadan bir ses, her beyinden bir fetva çıkıyor, âlimler, ilim adamları, sol tarafında etiket bulunan sorumlu kişilerde tıs bile yok. Dolayısıyla içi oyulan din namına. Yeni bir din meydana çıkıyor, itikat ve âmelde büyük hatalar, hatta ihanetler meydana geliyor.
Cemaatler, tarikatlar, ekolar, bilmem neler bir pasta dilimi kapma yarışında, Müslüman rahatından başka bir şey düşünmüyor, kapitalin esiri halinde yaşayıp, ölüp gidiyor.
İslâm âlemi, Müslüman ülkeler darmadağın, bölük/pörçük, şuursuzca alet oluyor, kan dökülmeye devam ediyor. Müslüman'ı öldüren mermiler, havan topları, kimyasal gazlar için tekbir getiriliyor, kardeş kardeşi katlediyor, kimsede ses yok..
Manzaralar çok, yara ve hastalıklar aynı...Dert biliniyor, çareler için düşünen, ortaya reçete koyan yok..
Bir zamanlar Van ilinde görev yaptığım yıllar; okullarda ne hale geldiği belli olan sözüm ona malûm ant için resmi müracaatta bulunmuş, kaldırılmasını istemiş ve yeni bir ant sunmuş, İkinisan ve Sabah gazetelerinde DOĞUDA GEÇEN GÜNLER isimli resimli folklor araştırma yazılarımda Kürtçe kelimeler vermiştim; uzun süre tahkikatlar geçirdim, nerede ise meslekten ihraç ediliyordum. Aradan uzun yıllar geçti, köprülerin altından seller aktı ve bu günlere geldik, ant değiştirildi, "Kürt açılımları" yapıldı, tavizler verildi. Ant kaldırıldı, Kürtçe lisanla öğretim serbestliği getirildi. Yere düşürülen, seksen yıldan beri devam eden "Başörtüsü zulmü" ber taraf edildi, baş örtülü olarak kamuda görev yapılması da serbest hale geldi. Mevla bu günleri bize gösterdi, gelecek de daha mahut birçok tabuların yıkılmasını bekliyoruz, bu millet bekliyor.
Tarihi bir vesikayı sizinle paylaşmak istiyorum. Türkçe ezan ve andımızın mimarı DR. REŞİT GALİP diye bir adam var..
Mübadele Komisyonu delegesi, Aydın Milletvekili, Ankara İstiklal Mahkemesi üyesi, Türk Ocakları Merkez Heyeti Başkan Vekili, Türk Tarihi Tetkik Encümeni Genel Sekreteri, Türk Tarih Kurumu Genel Sekreteri, CHP GYK Üyesi, Halkevleri'nin kurucularından Reşit Galip, Yahudilerin kurduğu Alliance İsraelite İlkokulu'na girmiş ama bir sene sonra Sultan Abdülhamid'in emriyle okuldan çıkarılmış bir kafatasçı..
İlk baskısı 1971 yılında yapılan 'Atatürk'ün Uşağının Gizli Defteri', Çankaya'da 12 yıl sofracılık yapmış olan Cemal Granda'nın anılarıdır. "Atatürk'ün başı ölçüldü ve 81 geldi. Odadakiler sıraya girmişler, başlarının ölçülmesini bekliyorlar. Atatürk, Reşit Galip'e 'Çelebi'ninkini (yazarı kastediyor) ölç.' dedi. Öbürlerinden önce başım ölçüldü, 81 çıktı. Sevinmeye başlamıştım. Öyle ya, Atatürk'le aynı kafa ölçüsü taşıyordum. Fakat sevincim uzun sürmedi. Atatürk 'Olmaz! O hayvan kafalıdır. Bir yanlışlık olmasın.' dedi. Neredeyse ağlayacaktım..."
Andımız'ın mucidinin bilmediğimiz daha nice yönlerini aktaran Mustafa Armağan, bu adamın 'Hz. Peygamber, Türk aslındandır. Müslüman medeniyeti bir Türk medeniyetidir' iddialarını ortaya attı.
Rodos'ta dünyaya gelen, 41 yaşında ölen Reşit Galip'in 1919 yılında Köycüler Cemiyetini de kurmuş.
Bir marifeti de İslam'da reform yapmaktır Reşit Galip'in. Hızını alamayıp din işine de el atmış ve 'Müslümanlık Türk'ün Milli Dini' adlı bir tez hazırlamış. Özeti elimizde bulunan tez, Atatürk'ün direktiflerinden ilhamını almış, onun tarafından okunup üzerinde fikir yürütülmüş ve el yazılarıyla notlar konulmuş. Münir Hayri Egeli'nin 'Eski bir Atatürkçü' imzasıyla 'Millet' dergisinde çıkan tefrikasında (Ekim1947-Ocak 1948) aktardığına göre saçtığı bazı inciler şunlarmış:
-Hz. Peygamber, Türk aslındandır.
-Müslüman medeniyeti bir Türk medeniyetidir.
-Müslümanlığı Türk'ün anlayacağı bir hale getirmek gerekir. Bu da ancak ibadetin Türk diliyle yapılmasıyla kabil olabilir.
Bu 'tez'in arkasından tekbir ile ezanın Türkçeleştirilmesi işine girişilmiş, ilk Türkçe ezan çevirisini yapmış.
Kurcaladıkça çıkıyor, eştikçe kokular fazlalaşıyor. İşte bu adamın bir yüzü daha:
Yer: Ankara İstiklal Mahkemesi. Tarih: 26 Ocak 1926. Başkan: Kel Ali (Çetinkaya), Üyeler: Kılıç Ali ve Reşit Galip. Yargılanan: İskilipli Atıf Hoca.
Arada "Kılıç Ali Bey" ve "Ali Bey" de lafa girip sanığı suçlayıp payladıkları için S rumuzuyla soruları soran kişinin Aydın mebusu Reşit Galip olduğu anlaşılmaktadır.
İskilipli Atıf Hoca, bundan önce Giresun'da yargılanıp beraat etmiştir ama mahkeme yakasını bırakmamıştır. Yine de gayet emin bir şekilde cevaplandırır soruları. Araya Kel ve Kılıç Ali'ler de girer. Mesele, Şapka Kanunu'ndan 1,5 yıl önce bastırmış olduğu kitabın nerelere gönderildiğidir. Hepsini teker teker açıklar. Şahitleri getirin der Atıf Hoca, gerekirse getiririz cevabını alır. Getirin, söylesin, cezama razıyım, der. Oralı olmazlar. Hatta beraat ettiği Giresun davasında sanki hüküm giymiş gibi davranırlar. Gizli bir gayesi olduğunu iddia ederler. Her şeyim ortada, der, hesap veremeyeceği hiçbir şeyi olmadığını söyler gayet emin bir şekilde.
Bir şeyler çıkarmaya azimlidir mahkeme heyeti. Nitekim Reşit Galip şöyle çıkışır Atıf Hoca'ya:
"Sen en karanlık günlerde Teali-i İslâmcılık yap, Mustafa Sabri'nin yanında yer al da, sonra karşımızda şöyle böyle söyle. Sözleriniz hiçbir gerçeğe uygun değildir."
Bunun üzerine Atıf Hoca öldürücü darbesini indirir: "Bunun belgesini size gösterdim." der. Reşit Galip kızar: "Ne belgesi?" Atıf Hoca gayet sakin "Mustafa Sabri ile bu beyanname meselesini görüşseydim tekzip etmezdim." der. Suçlandığı beyannameyi imzalamadığı gibi Mustafa Sabri'ye açıkça muhalefet ettiğine dair resmî bir tekzip belgesi de sunmuştur mahkemeye. Onu hatırlatır. Mahkeme, belgeyi dikkate almak istememiştir besbelli.
Reşit Galip köşeye sıkışmıştır. Kızgın bir tonda "Belgeyi göster." diye hırçınlaşır.
Merhum Atıf Hoca o vakur tavrını hiç bozmadan sözlerine devam eder:
"Belgeyi arz ediyorum. 'Vakit' gazetesinin 1034. nüshasında tekzipnamem duruyor. Şimdi bu durup dururken bendenize belge sormak bilmem nasıl olur?"
Bu darbeyi hazmedemeyen Andımız'ın mucidi, Atıf Hoca'nın tekzip metnini kendisini kurtarmak için yayımladığını söylemek zorunda kalır. Hoca, "Öyle olsaydı onlarla beraber olurdum." der, yollarının ayrıldığından bahseder. Demek ki, tekzip metni kuvvetli belgedir.
( KAYNAK:MUSTAFA ARMAĞAN / Zaman (-13 Ekim 2013/PAZAR)
Yeri gelmişken, yıkılan tabular ve karanlık perdeler arkasında bekleyen İSTİKLÂL MAHKEMELERİ hakkında da birkaç cümleyi buraya almak istiyorum.
7 Mart 1925'ten itibaren bir yıl görev yapan bu mahkemenin iş yoğunluğunu konunun uzmanı Ergün Aybars'ın verdiği rakamlar yeterince göstermektedir:
Bakılan dava sayısı: 256.
Yargılanan sanık sayısı: 1.669.
Mahkûm edilenlerin sayısı: 669
Verilen toplam hapis cezası: 3000 küsur yıl.
İdam cezası: 128.
Sürgün cezası: 50.
Müebbet kürek ve sürgün cezası: 7. (İstiklâl Mahkemeleri, Milliyet: 1997, s. 419.)
İsterseniz bazı Anadolu şehirlerindeki itirazları ve uğradıkları akıbeti de görmeye çalışalım:
26 Kasım 1925: Erzurum'da halk çarşıyı kapatıp Vali'nin evinin önünde "Biz gâvur memur istemiyoruz" diye protesto etmişlerdi şapkayı. Derhal sıkıyönetim ilan edildi. 80 kişi tutuklu.
30 Kasım: Maraş'ta hükümet binası önünde toplanan halk "Şapka istemeyiz" diye bağırdı. Erzurum'daki şapka protestocularından 6'sı idam edildi. (Hapis cezalarını zikretmiyoruz.) Sivas'ta 1 idam var.
7 Aralık: Erzurum'da 4 idam daha.
15 Aralık: Rize'de 8 idam ve ağır hapis cezaları.
18 Ocak 1926: Maraş'ta 5 idam ve hapisler.
4 Şubat: İskilipli Atıf ve Ali Rıza Hoca idam edildiler.
Suçları görünüşte şapkaya itiraz etmekti ve altı üstü bir başlığa itiraz etmenin en büyük suç sayıldığı dönemlerdi. Mason üstadı olup uzun süre içişleri bakanlığı da yapmış olan Şükrü Kaya bunu Şapka Kanunu çıkarken Meclis'teki bir konuşmasında ayan beyan belirtmiş zaten:"Millet, bağımsızlığını 6.-7. yüzyılların (Asr-ı Saadet'i kastediyor) köhne fikirlerine bağlayamaz. Biz vicdanlarda milliyet aşkını uyandırmak istiyoruz. Milli kıyafet ancak müzelerde bulunur. (...) Biz Türk milletini böyle görmek istiyoruz."
İstiklâl Mahkemeleri'nin adalet anlayışının Yassıada'dakinden hiçbir farkı olmadığını gösteren Armağan,Yassıada'daki adalet anlayışının kaynağının İstiklal Mahkemeleri'nden miras kaldığını söylemektedir, yerden göğe kadar haklıdır. (İSTİKLAL MAHKEMELERİ hakkında daha detayı bilgiyi: İlhan YARDIMCI-İSTİKLAL SAVAŞINDA GAZETELERİMİZ VE GİZLENEN GERÇEKLER eserinden alabilirsiniz.)
Hey koca tarih, yalan söylersen utanırsın...Gerçekler bir gün gelir meydana çıkar, gerçek yüzün görünür. Şimdilerde olduğu gibi...
Cihat ile kavgayı birbirine karıştıranlarda bir gün gelir, doğru yolu bulur, emir ve nehiyleri ölçü kabul eder, dünya ömürlerine uygularlar.
Yine anlayanlar için bir şiirimle yazımı bitireyim:

CİHAD-I KAVGA
"Yorgan gitti kavga bitti" Nasreddin-i Hocamızın,
Kavga bitti mi dersiniz, gelin ile kocamızın,
Değerler nereye gitti, Mason olan locamızın,
Yoksa hakları yersiniz, tanrı gibi modamızın,

HAK İÇİN KAVGA, KİN BİTMEZ, KIYAMET'E KADAR GİDER,
SAĞLAM DEĞERLER HİÇ GİTMEZ, GİTSE EMR-İ HAK NE DER?

Hakla bâtılın savaşı, Tevhid-i İman emridir,
Erken kalkanın yavaşı, Zalimin zulmünden cevridir,
Helâli pişiren aşı, altın çağların devridir,
Tandırda pişen lavaşı, iştâh olanın fevrîdir,

CİHAT VARSA, KAVGA VARDIR, DONKİŞOT OLMAK GEREKMEZ,
BÜLBÜLÜ AĞLATAN HÂRDIR, MÜSLİM ŞERLİ TOHUM EKMEZ.

Kavga için nefis yeter, başka düşmanlar arama,
Beterinden daha beter, nefsini açma harama,
Savaş içindedir keder, hayat değil mi drama?
Babaya derseniz 'peder', tuz dökersiniz yarama,

"BEN GELMEDİM KAVGA İÇİN" DİYEN YUNUS, MEVLÂNALAR,
KAVGA İÇİN BİNLER NİÇİN, BUNLAR KİM, NEDEN YANALAR?

Boş gürültü, kof laflara, kavga pabucu bırakan,
Hava/Cıvada gaflara, atlayıp meydana çıkan,
Kâfirle/Mümin saflara, ibret nazar ile bakan,
Haktan başka ilâhlara, dua, niyaz ile akan,

BİL Kİ MÜCÂHİT DEĞİLDİR, KAVGA ETSE, ETMESE DE,
DAĞ YIKAN HARAM ÇEĞİLDİR, HACCA GİTSE, GİTMESE DE.

Yevm-i Ezel'den, Ebede, Cihâd-ı Ekber'de kavga,
İlim tâbidir edebe, Kâmil-i İrfânda kavga,
Nefs menfaat istese de, Gönül-ü Giryân'da kavga,
Düşmanlar istemese de, doğru bürhânda kavga,

KURTLA KÖPEKLER DALAŞIR, BUNA DA KAVGA DERLER,
MİKROP, MİKROBA BULAŞIR, KARDEŞ OLUR DA GİDERLER.

Kâmille cahil kavgası, gül soldurur, gönül kırar,
Müslüman'ın 'Din Kavgası', kap doldurur, ocak kurar,
Mal diyorlar can yongası, coşkun akan, gider sular,
Tarihte kaldı loncası, KEMÂLİ'de var korkular,

BENİM KAVGAM ASLA BİTMEZ, KABRE KADAR MEYDANLARDA,
KALEMİM ŞER YOLA GİTMEZ, ŞİİR OLUR CAN CANLARDA.

  Yorum gönder
 
Diğer yazılar

* ASRIMIZIN BÜYÜK HASTALIĞI ÇIPLAKLIK...
* HASTALAR RİSALESİ HASTALIKLA BARIŞMAYA VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİR
* BİR DAMLA VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
* ŞİKÂYET VE KARAMSARLIK SONSUZU...
* ŞİKAYET!..
* AK PARTİ NEREYE GİDİYOR?...
* ANARŞİ VE TERÖRDEN KURTULMAMIZ “HUCURAT SURESİ” İLKELERİNDE YER ALIYOR
* ERMENİ CEMAATİ VE KÜRT BİLİNEN ERMENİLER
* İBRETLİK BİR HİKÂYE
* ERMENİ CEMAATİ VE KÜRT BİLİNEN ERMENİLER


Tüm Yazılar

 
© 2006 - 2024 İlhan YARDIMCI
Tasarım & Yazılım Sinan Eldem