TARİHİ ELERKEN:
Eklenme: 02.03.2012 15:53
Zaman zaman tarihin penceresinden içeri girerek, tarihi eleyerek, kültür köklerimizden, mazimizden, doğru yazan tarihimizden, âbide şahsiyetlerin kalemlerinden, eserlerinden önemli bazı olayları ve kıssaları buraya alacağız.
Düşünmeye, öğrendiklerimizi yaşamaya, yaşadıklarımızı yeni nesillere aktarmaya muhtaç bizleri, sizleri maziye götürebilir, mazi ile gelecek arasında köprü kurabilirsek ne mutlu bize.
IV. MURAT HAN'IN DÜŞÜNDÜREN BİR ŞİİRİ
Osmanlı sultanlarının onyedincisi ve İslam halifelerinin seksenikincisisi olan, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren,Babası: I. Ahmed Han - Annesi: Mahpeyker Kösem Sultan olan IV.Murat han, 27 Temmuz 1612 -9 Şubat 1640 tarihleri arasında yaşadı.
Çeşitli tarihi eser, araştırma ve internet sitelerinde padişah hakkında şu malumatlar yer alır:
"27 Temmuz 1612'de İstanbul'da doğan şehzade Murat, tam bir İslam terbiyesi ve ahlakı ile yetiştirildi. Enderin mektebindeki hocalardan hususi dersler aldı. Genç Osman'ın başına gelen acı felaket ve yerine geçen amcası Mustafa Han'ın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine, henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623'te Osmanlı tahtına çıktı. Eyyub Sultan Hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmud Hüdai'nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idare edemeyeceği görüşü hakim olarak, annesi Mahpeyker Kösem Sultan saltanat naibesi tayin edildi.
Çok zeki ve seri anlayışlı ve hafızası kuvvetli olduğundan, yaşı ilerledikçe, devlet işlerine alakası artıyordu. Zaman zaman halkın içine girer değişik kıyafetlerle onların sohbetlerini dinlerdi. Halkın derdini halktan bir kimse olarak yerinde incelerdi. İnsanların kimden nasıl zarar gördüğünü, zulüm merkezlerini tek tek tespit etti.
Diğer taraftan Sultan Murat'ın saltanatının bu ilk devresinde, payitaht İstanbul ve Anadolu'da asayişsizlik büyük ölçüde artmıştı. Abaza Mehmet Paşa'nın çıkardığı isyan büyümüş ve bu karışıklıklar sırasında Bağdat İran kuvvetlerinin eline geçmiş bulunuyordu. Sadrazam olan Hüsrev Paşa'nın azlini bahane eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler ve yeni sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa'yı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Recep Paşa döneminde İstanbul'da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Recep Paşa'nın tahriki ile harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardı.
Nihayet yirmi yaşını dolduran ve vücutça çok kuvvetli, demir pençeli ve gözü pek bir yiğit olan genç Padişah, 18 Mayıs 1632'de huzuruna çağırdığı Recep Paşa'ya: "Gel beru topal zorbabaşı. Bre mel'un abdest al!" dedikten sonra "Şu hainin tiz başını kesin." diyerek öldürttü ve devlet idaresini eline aldı. Bundan sonra yeniçerileri ve sipahileri itaat altına alarak kendisine bağlılık yemini ettiren Sultan, tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Kahvehaneleri, meyhaneleri kapattı. Zorbaları ve emirlere karşı gelenleri şiddetle cezalandırdı. Memleketin her tarafına huzur ve asayiş geldi.
IV. Murat Han, daha sonra ordusunun başına geçerek hükümdarlığının ilk yıllarında kaybedilen toprakları geri almak için teşebbüse geçti. 1634 baharında Lehistan seferine çıktı ise de Lehliler derhal Padişah'ın şartlarını kabul ederek bir anlaşma yapmaya muvaffak oldular.1635'te İran seferine çıkan Sultan, Revan ve Hoy kalelerini aldıktan sonra Tebriz'e girdi. Ertesi yıl en büyük arzusu olan Bağdat'ın fethi için tekrar İran üzerine sefere çıktı. Şehir kuşatılıp, Padişah'a İmam-ı Azam'ın Türbesini ziyaret etmesi teklif edildiğinde; "Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce imamı ziyaretten haya ederim" cevabını verdi. Şiddetle cereyan eden çarpışmalar sonunda muharebenin 39. günü Bağdat fethedildi. Müslümanların en mübarek makamlarından olan İmam-ı Âzam'ın türbesini ziyaret eden Padişah, kurbanlar kestirip, içerisini ipek halılar, kıymetli şallar ve altın, gümüş murassa kandillerle süsletti. Ertesi yıl İran'la Kasr-ı Şirin antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma ufak değişikliklerle günümüze kadar devam etmiştir.
Sultanahmet Meydanına toplanan isyancı askerlerin yeniden anarşi çıkarmak istemeleri üzerine; âlimler, devlet ricâli ve askerlerin huzurunda, söylediği tarihi nutku, kitaplarda önemle yer alır. Anarşinin devletin temellerine girdiğini, ordunun savaşamaz hale geldiğini, askerin siyâset ile uğraşmaktan işini yapamadığını, devleti bir avuç zorba ve hırsıza yedirmeyeceğini, şerî'ata, kendisine ve kanuna itaat etmeyen kim olursa olsun hakkından geleceğini bildiren padişah'ın nutku şöyledir:
"Allah'a, O'nun Peygamberine ve sizden olan ülü'l-emre itaat ediniz" mealindeki âyeti okudu ve tefsir etti. Arkasından "Habeşli bir köle dahi olsa başınızdaki âmirlere itaat ediniz" manasını taşıyan hadisi zikredip şerh etti. Ve sununla bağladı: "Sizin sadakatiniz şu vakit doğrudur ki, aranızda tefrikaya mahal vermeyesiniz. Aranızdaki müfsitleri barındırmayasınız. Allah'ın emrine ve Resûlüllah'ın hadisine aykırı hareket edenleri desteklemeyesiniz. Ben ki, halifeyim, bana itaat etmeyip celâliler ve haricîler mesabesindeki eşkıyaları desteklerseniz, memleketin hali ne olur?".
Sultan IV. Murat Han, İran seferinin üzerinden çok geçmeden daha önce yakalanmış olduğu Damla hastalığının ilerlemesi üzerine kurtulamayarak 8/9 Şubat 1640 günü henüz 28 yaşında iken vefat etti.
Murat Han, çok kuvvetli olup, kılıç, ok, harbe ve başka silahları kullanmakta usta idi. Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahip bulunuyordu. Arapça ve batı dillerine hakimdi. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Tahta geçtiğinde bomboş olan hazinede vefatında on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabi yoktu. İç huzura o kadar önem verirdi ki, zamanında halk büyük bir rahatlık ve emniyet içinde yaşamıştır. Son derece adil olan Sultan, din ve devletin menfaatine ters düşen en küçük hataları bile affetmedi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur'an-ı Kerim okurdu. Dördüncü Murat Han'ın müspet icraatları, devlete asrın sonuna kadar devam edecek bir azamet kazandırmıştır.
17 yıl tahtta kalan, 28 yaşında rahmete kavuşan Halife Sultan IV. Murad Han bir sabah namaza kalkamaz, ve uyanınca oturur ağlar ve bu şiiri yazar:
Uyan ey gözlerim gafletten uyan..
Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Azrail'in kastı canadır inan,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan..
Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Seherde uyanırlar cümle kuşlar,
Dilli dillerince tespihe baslar..
Tevhit eyler dağlar,taslar,ağaçlar..
Uyan ey gözlerim gafletten uyan..
Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Semâvatın kapuların açarlar,
Müminlere rahmet suyun saçarlar,
Seherde kalkana hülle biçerler,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan..
Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Bu dünya fanidir sakın aldanma,
Mağrur olup taç-u tahta dayanma,
Yedi iklim benim deye güvenme,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan..
Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Benim,murat kulun,suçumu affet..
Suçum bağışlayub günâhım ref'et..
Resul'un sancağı dibinde hasret,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan..
Uyan uykusu çok gözlerim uyan..
Bu kadar güzel ve uyarıcı şiirden sonra, KEMALİ'nin NAMAZ hakkındaki bir şiirine de burada yer verelim:
NAMAZ
Arınır ak alınlar, secdelerde,
Yeniden Mî'râc, yeniden buluşur,
Ruhlar Burak, yarışır vecdelerde,
Beklenen doğumda, dünya oluşur,
NAMAZ MÜ'MİMİN MÎRÂCI, BAŞLARIN TACI.
Secde olmasa, eğilir mi başlar?
Seherde secdeye gider ağaçlar,
Atom çekirdeği, zikreder taşlar,
Cehennem'e sütre, dökülür yaşlar,
NAMAZ CENNET'E ARACI, KÂBE'DE HACI.
Nefis putu secdelerde kırılır,
Çile sabır merhemiyle sarılır,
İbadetle ancak O'na varılır,
İman Kuvvetiyle yerler yarılır,
NAMAZ KILMAZSAN ACI, EY ANA, EY BACI.
Eğilir namazda başlar, eğilir,
Sevilir Leylâ'da kaşlar, sevilir,
Verilir gaye savaşlar, verilir,
Serilir tuzaklar, taşlar, serilir,
NAMAZ KEMÂLİ BAŞTACI, RUHUN İLÂCI.
|