Vakıf Hakkında Temel Görüşler
Eklenme: 10.07.2006 08:06
1-Vakıf müessesesi İslam'ın diğer bütün müesseseleri gibi ölümsüz bir yapıya sahiptir.
Bin sene boyunca İslam ile tamamen kaynaşmış ve hayatını bu inancın esaslarına göre tanzim etmiş bir İmparatorluğun yapısını ve teşkilatlarını bu müesseseden arıtmak mümkün olamamıştır.
2- İnsanlar ölünce âmelleri nihayet bulur, "Amel defterleri" kapanır. Ancak üç husus müstesna. Bu üç hususu işlemiş bulunanların âmel defterleri kapanmaz. Bunlar da sadaka-i cariye, kendisi ile faydalanılan ilim ve Salih evlâd'tır.
Ecdadımız öldükten sonra âmel defterlerinin kapanmaması için birbirleriyle yarışa girmişlerdi. Tarih bu yarışın sayısız misalleri ve eserleri ile doludur.. YA BİZ?...
3-Baki olan bir hayatın saadetini kazanmak yolu, fani hayattan geçer. Fani hayatımızda ne ekersek, onu biçeriz. Varlığımızı, hayat düzenimizi O'nun rızasını kazanmaya vesile olacak yerlere ve hizmetlere harcamak zorundayız. Bu yarış, bir kurtuluş mücadelesidir.
"Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Âhiret için çalışınız" Hadis-i şerifi; ne güzel ve ne yücedir.
"Bir Müslüman bir ağaç diker de bundan insan, hayvan veya kuş yerse, yenen şey kıyamete kadar o Müslüman için sadaka olur." Hadis-i Peygamberi; Ecdadın kurduğu binlerce Vakıf müessesesinin önemini daha iyi belirtmektedir. (Bugün yurdumuzda bir vakıf enflasyonu olduğu, son dört yılda ortaya çıkarılan vakıf sayılarının on sekiz bin'i bulduğunu söylersek; dün Anadolu'da kurulan on binlerce vakfın nasıl çalıştıklarını daha iyi anlamış oluruz sanırım. Günümüz Türkiye'sinde kuruluş amaçlarına ve vakıf ruhuna uygun çok sayıda vakıf, çok güzel ve başarılı çalışmalar yapmakta, hedeflere varılmaktadır. Gayeleri dışında, paravana olarak; menfaat çetelerine, ideolojik çıkmazlara girenlere ve samimi olmayanlara dikkat etmek gerekir. Zaman içinde medyada yer alan; vakıflarla ilgili hoş olmayan haber ve röportajlar iç açıcı değildir, zararlıdır, samimi olanlara gölge düşürmektedir.)
4-İslam'da vakfedilen mal, düşman istilasında bile vakfiyetten çıkmaz.Bir malın vakıf işlemi tamam olduktan sonra: o malın saklanması ve muhafaza edilmesi gerekir. Ancak gelirinin ve nemâsının tahsis edilen yerlere sarf edilmesi lazım gelir. Bilâ istibdal satılması, âriyet olarak bırakılması, rehin verilmesi ve varislere terk olunması caiz değildir.
(Yok pahasına satılan, yağma edilen, başkalarına peşkeş çekilen vakıf mallarının vebâl ve mes'uliyetini kimler üzerine alacak, yarın Mahşer günü nasıl hesap verilecek?. Kendimizi kurtarabilir miyiz?..)
5- Vakfedilen mal, vakfedenin mülkü olmaktan çıkmıştır. O artık Allah'ındır. Bunun
için Müslümanlar; vakıf yaparken, Allah rızasını hedef ittihaz etmişlerdir. İnsanların ihtiyaçlarını azaltmayı kendilerine gaye edinmişlerdir. İnsanlığın yükselmesini kudsî bir gaye, vazife telakki etmişlerdir.
"Diktiğim şu ağacın altında dinlenenler, bu ağacı dikenden Allah razı olsun deyip, bir Fâtiha okusunlar" ibaresini yazan Ecdad ne büyük, ne yücedir...
6- Vakıflar bizim iftiharımızdır. Elli Km.lik, gölgesiz, tenha bir yolun ortasına bir küp koyup: "On dönüm bahçemin geliriyle bu küp her gün su dolu kalacak. Suyu, Bozdağ'dan getirilmiş kar ile soğutulacak" ibaresini tarihi kaynaklarda okuyor, günümüzdeki halimize bakıyor, bazen dert yanıyor, bazen de ağlıyoruz.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi; Çocukları Cuma günleri gezdiren, kadın işçinin çalıştığı evdeki kırdığı kap/kaçakların bedelini ödeyen, sokaklardan geçen veremli hastaların tükürüklerini okkalara alan, kül ile üzerini örten, göçemeyen leylek ve kuşlara özel barınma evleri yapan vakıflar yanında, çocuklara elma şekeri, leblebi, çekirdek dağıtan vakıflar bile var..
Dağda aç kalmış kurtları yediren vakıflar yanında; kervansaraylar, imaretler, medreseler, hanlar, hamamlar, hasta haneler, çeşmeler, sebiller, Sel sebiller ecdadı şefkat ve merhametin zirvesine çıkarmış, sosyal patlamaların önüne geçmiş, Osmanlı ruhu, adaleti cihana baş eğdirmiştir.
( Vakıfları ve vakıf eserlerini böyle bilmek, anlamak ve gelecek nesillere böyle anlatmak zorundayız.)
7- Günümüzde Devlet eliyle başarılamayan birçok sosyal hizmetleri vakıfların gayet rahatlıkla çözdüğüne, başarıya ulaştığına şahit oluyoruz.
İslam hukukuna dayalı vakıf sistemi, medeni kanunda tam tarifini bulamamış; 2762 sayılı Vakıflar Kanunu maalesef "Vakıf ruhu" nu maziden geleceğe taşıyamaz halde bırakılmıştır. (Türkiye'de devlet eliyle ve devlet destekli nice vakıflar vardır ki, "Vakıflar Bankası" gibi çalışır.. Yorum ve anlayışı sizlere bırakıyor, daha ilerilere gitmek istemiyorum.
8- Hazreti Süleyman bütün hayvanatın ve kuşların dilinden anlar, onlara hükmederdi. Bir gün bütün hayvanat ve kuşları sarayında toplantıya davet eder / çağırır. Elçiler teker teker haber verirler. Sadece HÜDHÜD kuşu davete icabet etmek istemez. (Hüdhüd kuşu, serçe parmaktan daha küçük efsanevi bir kuştur. Üremesi, hikmet-i ilahinin bir eseri olarak; topladığı çer/çöpü ateşe vererek, ateş kümesi içinden yeniden meydana gelir.) Olayın hikmetinden sual olunmaz; hüdhüd kuşu birkaç defa davet edildiği, ısrarla çağrıldığı halde saraya gelmek istemez ve şu haberi gönderir: Hazreti Süleyman'a söyleyin. Ayak tırnaklarıma vakıf çamuru koyar, getirir hazreti Süleyman'ın sarayının damına koyarım... (Serçe parmak kalınlığında bir kuşun, ayaklarında getireceği çamuru düşünün, vakıf malının ne olduğunu karar verin... Günümüz anlayışında; deveyi havudu ile yutanlar, devlet malını ve bankaları hortumlayanlar, çalanlar/çırpanlar, haksız kazanç sağlayanların hali nice ola?..)
İkinci bir olay, bir ananın oğluna vasiyetidir. Urfa veya Bursa için söylenir; önemli olan verilmek istenen mesajdır. Aynen şöyle: "Oğlum bu toprakların altı Peygamberler, Veli'ler ve şüheda ile doludur. Sakın ola abdestsiz olarak yere basmayasın... Bu topraklar vakıf malıdır. Sakın ola evime ayakkabılarının üzerinde vakıf tozu getirmeyesin. Sana hakkımı helal etmem..."
İşte vakıf, işte Ecdad, işte ölçüler... Bizden ne haber?...Vakıf mallarını yağmalayanlar kimlerdir, bu konuda ne kadar duyarlıyız, neler yapıyoruz?.
Mezarlıklar ve türbelerin yok edildiği, iki yüz bin'in üzerinde vakıf malının satıldığı, Dünyanın tek leylek hasta hanesinin ( Gureba-ı Laklaken) yerinde villa yapıldığı gerçekleri bizi rahatsız eder mi? Tarihi değerlerimizi talan edenleri, yok edenleri, satanları ilgilendirir mi?..( Bursa'da bulunan; "Deveciler kabristanı (Bugünkü Endüstri meslek lisesi, Yeniyol ), Ramazan Baba ( Yeni askeri lise içi), Zeyniler kabristanı ( Zeynî Tarikatı'nın merkezi olan kabristan, şimdiki Emirsultan Zeyniler semti, yol geçti, binalar yapıldı.), Hazreti Mısri Dergâhı ve kabristanı ( Bugünkü Ulucami posta hanesinin yeri), Morali dergahı (Bursa ticaret lisesinin bulunduğu yer) , Yakup Efendi Dergahı, Abdülmügnün Dergahı, Emirsultan evi ve Dergâhı ( Bugünkü Emirbuhari ilköğretim okulu ve bahçesinin bulunduğu yer, yanındaki oto park ), Şehabettin Paşa (Türbe ve mezarlarını Osmangazi belediyesi tarafından 1993 yılında yıkıldı.), Şehreküstü ( Şimdiki cami ile yanındaki türbe. Peyderpey yok edildi), ilahizade kabristanı (Sadece Süleyman Çelebi türbesi kaldı. Park ve piknik sahası haline getirildi. Randevu verilen kadın ve sevgililerin buluştukları, arz-ı endam yaptıkları "Karagöz parkı" adındaki yer.), Mir Müdela Dergâhı ( Muradiye karakolunun bulunduğu yer ), Attar Hüssam camisi ve haziresi (satıldı, yok edildi.), Akbıyık camisi ve çevresi, Şimdiki Devlet tiyatrosu binası, Harp malûlü ve Gazileri Derneği binası ) Buraya alabildiğimiz vakıf malları, ecdadın miras bıraktığı eserler...Daha detaylı bilgi için; Mustafa Kara tarafından hazırlanarak, sır yayıncılık yayını "Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler" isimli eser ile tarafımızdan hazırlanan "Evliyaları ve Âbideleri ile Şehirler Sultanı Bursa" eserimize bakabilirsiniz.)
Yazımı; İman ve Aksiyon şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un şu mısraları ile bitirmek istiyorum:
"Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver işte budur kubbe diye,
İki ırgatta iner Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan."
|